31 Mart 2012 Cumartesi

Ashâb-ı Kehf’in Hayat Hikâyeleri-2 Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf – 7

Ashâb-ı Kehf’in Hayat Hikâyeleri...Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf – 7



“ Dakyanus’un yakınlarından veya şehrin ileri gelenlerinden Binderos (Pendros) ve Dutas (Runas) isimli iki imanlı kişi, gelecek nesillerin anlamaları için bu gençlerin isimlerini, neseplerini ve başlarından geçen olayları iki kurşun levha (Rakîm)’a yazarak bakır bir sandukanın içine koyup mağaranın içine attılar.
Daha sonra Dakyanus öldü. Ondan sonra krallar geldi geçti. Nihayet bu şehrin yerlilerinden salih bir kişi kral oldu. Bu kralın’saltanatı 68 yıl devam etti. Bu salih kral, insanların öldükten sonra cesetleri ile birlikte dirileceklerine inanıyordu. Fakat maiyetinden bazıları sadece ruhun dirileceğini iddia ediyorlardı. Bu durum halk arasında fitneye sebep oluyordu. Bu salih zat, “Ya Rab! sen bunların ihtilafını görüyorsun . Bunlara açıklayıcı bir ayet ve delil gönder de bunlar da hakkı görsünler.” diye dua ediyordu. Cenab-ı Hak, hem bu salih kulunun duasını kabul etmiş, hem de kıyamet gününün geleceğine ve dirilişin nasıl olacağına bir alamet olsun diye mezkûr gençleri uyandırdı. Aradan tam 309 yıl geçmişti. (8) Bu arada şehir halkından Ulyas (9) isimli bir sürü sahibi veya bir çoban yağmurdan koyunlarını korumak için mağaranın ağzındaki taşları yıkmış veya yıktırmıştı.

Mağarada uyuyan gençlerin bütün bu olup bitenlerden haberleri yoktu. Normal uykudan uyanmış gibi kalkıp namaza durdular. Namazlarını tamamladıktan sonra ne kadar uyuduklarını birbirlerine sormaya başladılar. Bazıları bir gün, bazıları da bir günden daha az uyuduklarını söylüyordu. İçlerinden biri de ne kadar uyuduğumuzu ancak Allah bilir diyerek meseleyi Allah’a havale etti.
Sonra erzak işlerinden mes’ul Yemliha’yı bir miktar gümüş para ile hem yiyecek alması hem de şehirdeki durumu tecessüs etmesi için şehre gönderdiler. Ayrıca tedbirli davranmasını da tenbih ettiler. (10) Gizlice şehrin kapısına kadar gelen Yemliha, başım kaldırıp kapının üstüne baktığında ehl-i imana ait bir alamet (bir rivayete göre haç) gördü. Sonra şehrin diğer giriş kapısına gitti. Aynı alameti orada da gördü. Bu şaşkınlık içinde şehre giren Yemliha, hiç tanımadığı insanlarla karşılaşınca hayreti iyice artmıştı. Kendi kendine “Vallahi dün Hz. İsa (a) nın adını zikredeni öldürüyorlardı, ama bugün halk Hz. İsa (a) nın adını hiç korkmadan anabiliyor” diyordu.
Yemliha, bir dükkâna girip alacaklarını aldıktan sonra elindeki gümüş parayı uzattı. Dükkan sahibi tarihî parayı görünce şaşırdı. Parayı komşularına da gösterdi ve Yemliha’nın bir hazine bulduğu zannına kapıldılar. Yemliha’dan hazineye kendilerini de ortak etmesini, aksi takdirde yetkililere şikâyet edeceklerini bildirdiler. Yemliha da, kendisinin mağaraya sığınanlardan olduğunu anladıklarını zannederek Dakyanus’a bildireceklerinden korkuyordu. Yemliha, her hangi bir hazine bulmadığını ve bu şehirli olduğunu iddia ediyordu. Ancak ne o kimseyi tanıyor ne de kimse onu tanıyordu. Bunun üzerine Yemliha’yı şehrin salih kimseleri (veya kralı) olan Aryus ve Tantiyus’a götürdüler. (11) Yemliha, huzuruna çıkarıldığı şahsın zalim hükümdar olmadığını görünce, hemen onu sordu. Aryus, Dakyanus’un yüzyıllar önce yaşamış bir Kral olduğunu söyleyince, Yemliha, “Şimdi anladım halkın beni neden doğrulamadığını” der ve başlarından geçen hikâyeyi şöyle anlatır: “Biz Tevhid dinine bağlı gençlerdik. Kral Dakyanus, bizi putlara ibadet etmeye ve onlara kurban kesmeye zorluyordu. Biz ise, bunu kabul etmeyerek Bencilus dağındaki bir mağaraya sığındık. Ben şimdi arkadaşlarıma yiyecek almak için geldim.” Aryus, Yemliha’yı dinledikten sonra halka döner ve “Ey Kavmim! Bu, Allah tarafından gönderilen bir ayettir ve öldükten sonra dirileceğinize en büyük bir delildir.” dedikten sonra halkla beraber mağaranın bulunduğu yere geldiler. Halkın kendilerine doğru geldiklerini gören gençler, korkularından hemen namaza durdular. Yemliha önce içeri girdi ve durumu arkadaşlarına bildirdi. Gençler, hemen daha önce yattıkları yerlere dönerek vefat ettiler.
Daha sonra içeri girmek isteyen Aryus, bakırdan bir sandukça bulur ve halkın huzurunda bunu açar. İçinden Ashâb-ı Kehf in başlarından geçen olayları, isimlerini ve neseblerini içeren iki kalay levha (Rakîm) çıkar. Bunun üzerine Aryus, mağaranın ağzını tekrar ördürür ve üzerine de bir mescit yaptırır. (12)
İşte Ashâb-ı Kehf hakkında anlatılan ve Kur’an’in özet bilgisine de uygun olan olay, bundan ibarettir. Aslında ihtilaf meselenin hikaye kısmında değildir. Bu gençlerin ne zaman yaşadıkları, mağarada kaç yıl uyudukları, kaç kişi oldukları ve hepsinden önemlisi de nerede yaşadıklarıdır. Şimdi de bu sorulara cevap arayalım. “ devam ediyor ….

30 Mart 2012 Cuma

Ashâb-ı Kehf’in Hayat Hikâyeleri.

Ashâb-ı Kehf’in Hayat HikâyeleriArşiv Belgeleri Işığında Ashab-I Kehf -6-

Ashâb-ı Kehf’in Hayat Hikâyeleri.

Mehmet Başar
Ashab-ı Kehf in hayat hikâyeleri çeşitli kaynaklarda az da olsa değişik sekilerde anlatılmaktadır. Ancak bu farklılık, esasta değil teferruattadır. Mesela bir kaynakta gençlerin devrin kralının akrabası oldukları belirtilmekte iken bir diğerinde kralın danışmanları olduğu görüşüne yer verilmektedir; yine bir başka hikâyede bu gençlerin şehrin ileri gelenlerinden olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle biz, mümkün olduğu kadar çok sayıda tarihçi ve müfessir tarafından nakledildiği şekliyle Ashab-ı Kehf in hayat hikâyelerini aktarmaya çalışacağız. Yeri geldikçe de metin içinde veya dipnotlarda farklılıklara işaret edeceğiz.
Hz. İsa (a) dan sonra Hıristiyanlar arasında hatalar çoğalmıştı. Özellikle Krallar putlara tapar ve onlara kurban keser hale gelmişlerdi. Tabii olarak bu kötü yöneticiler halkı da ifsâd edip kendileri gibi yaşamalarını istiyorlardı. İşte bu Krallardan Dakyanus isimli birisi, ülkesini bir bir dolaşıyor, halkı putlara tapmaya ve onlara kurban kesmeye zorluyordu. Halkın kimisi can korkusu ile putlara tapıyor, kimisi de izzetle ölümü zilletle hayata tercih ediyordu. Öldürülenlerin cesetleri ibret olsun diye kale kapılarına ve kale duvarlarına atılıyordu.
İşte bu durumu gören Rum eşrafından bir kaç genç veya kralın danışmanlarından temiz kalbli bir kaç kişi, şiddetli bir korku ve hüzün içinde kalkıp Allah’a ibadet ediyor ve şöyle dua ediyorlardı: “Ey Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize şu durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla”. (1) Sıra bu temiz kalbli dindar insanlara gelmişti. Dakyanus’un adamları bu gençleri (hemen hemen bütün kaynaklarda genç tabiri kullanılmaktadır) Kralın huzuruna topladılar. Kral bunlara hitaben: “Sizi, bu putlara kurban kesmekten ve onlara tapmaktan alıkoyan nedir? Bu şehir halkını kendinize neden örnek almıyor musunuz? Ya bu insanlar gibi ilahlarımıza kurban kesip onlara taparsınız ya da ölümü tercih edersiniz” dedi. Bu gençlerden biri Kralın önünde ayağa kalkarak: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz ondan başkasına ilah demeyiz. Yoksa hakikatten uzaklaşmış oluruz. Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler ya. Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalim var mı?” (2) dedi.
Bu sözlerden sonra Kral gençlere biraz daha düşünmelerini salık verip şehirden ayrıldı. Sonra birisi “madem ki siz onlardan ve onların ilahlarından uzaklaştınız, o halde bir mağaraya sığının ki, Rabbimiz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın” (3) , dedi. Gençler, herbiri babalarının evlerine dağılarak kendilerine bir miktar azık aldılar. Aldıkları bu azıkların bir kısmını tasadduk edib kalanını da yanlarına aldılar. Daha sonra şehrin yakınlarındaki Bencilus dağındaki bir mağaraya gitmeye karar verdiler. Mağaraya giderken yolda bir çobana (veya bir çiftçiye) rastladılar. O’na düşüncelerini anlattılar. Bunun üzerine aynı düşüncede olan veya gençlerin bu tebliği ile inanan çoban da onlara katıldı. Çoban gençlere katılınca onun sadık köpeği de onları takib etmeye başladı. Gençler, kendilerini takib eden çobanın köpeğini ne kadar kovdularsa da ayıramadılar. Hatta bir rivayette köpek konuşarak “benden size zarar gelmez, Allah’ın sevdiklerini ben de severim” demiştir.
Gençler mağaraya yerleştikten sonra sadece namaz, oruç, teşbih ve tahmid ile meşgul oluyorlardı. Nafakalarını ise Yemliha (4) isimli genç temin ediyordu. Tebdil-i kıyafet ederek şehre gidiyor, yiyeceklerini alıyor ve şehirde kendileri için ne söylendiği hakkında kulis yapıp yine mağaraya dönüyordu.
Bir gün Yemliha şehre indiğinde Dakyanus’un oraya geri geldiğini ve halka putlar için kurban kesmelerini emrettiğini duydu ve ağlayarak az bir yiyecekle mağaraya dönerek arkadaşlarına durumu haber verdi. Bunun üzerine gençler, Allah’a tazarru ve niyazda bulundular. Yemliha arkadaşlarına hitaben: “Ey Kardeşler! başlarınızı kaldırınız. Rabbinize itaat ve tevekkül ediniz…” dedi. Arkadaşları da Yemliha’nın dediği gibi başlarını kaldırıp: “Rabbimiz! bize tarafından rahmet ver ve bize şu durumdan bir kurtuluş yolu hazırla” (5) diye dua etmeye başladılar. Daha sonra güneş batmak üzere idi ki, Allah onlara bir uyku verdi ve uyudular. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış bir vaziyette uyumuştu. Güneş doğduğu zaman mağaranın sağına meyleder, batarken de yine bunlara dokunmadan batardı. Ayrıca uzun süre bir taraflarına yatmalarından dolayı o tarafları ağrımasın diye zaman zaman diğer taraflarına dönüyorlardı. (6)
Bu arada şehre tekrar gelen Dakyanus, bu gençleri bulamayınca babalarına haber gönderdi. Babaları da gençlerin evden biraz erzak alarak ayrıldıklarını fakat yerlerini bilmediklerini söylediler. Daha sonra gençlerin Encilus (veya Bencilüs) (7) dağındaki bir mağarada bulunduklarını haber alan Dakyanus, adamlarını da yanına alarak mağaranın önüne kadar vardı. Orada Allah’ın kendisine ve adamlarına bir korku vermesinden dolayı veya onları buraya hapsedip açlıktan ölmelerini sağlamak için içeri girmek yerine mağaranın ağzını büyük taşlar ile ördürdü.” Devam ediyor ….

Not: kaynak yer sorunundan dolayı veremiyoruz.

29 Mart 2012 Perşembe

“Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashab-ı Kehf “ Kitabı ve Prof. Dr. Ahmet Akgündüz 05-

“Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashab-ı Kehf “ Kitabı ve Prof. Dr. Ahmet Akgündüz 05-



Yaklaşık olarak on yedi yıl önce, Tarsus sanayi ve Ticaret Odası’nın girişimiyle 93 yıllarında Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof, Dr. Ahmet Akgündüz’e hazırlattığı ‘Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashab-ı Kehf isimli kitabın tanıtım toplantısında konuşan, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Kur’an-ı Kerim’deki Kehf Suresi’nde anlatılan ve yüzyıllardır nerede yaşandığına dair çeşitli rivayetlere konu olan Ashab-ı Kehf Olayının Tarsus’ta geçtiğini anlatır. ( Bu haberi kaynak olarak aldığımız Ulusal Gazetelerden Türkiye Gazetesi yayınlamıştı )..İşte bu haberi küçük sayılacak kadarı ile müdahale yapılarak 2005 Temmuz ayında Yerel Olarak yayınlanan Ashab-ı Kehf Gazetesinde yine uzun seri olarak yazı dizimiz içerisinde yer alarak yayınlamıştık. 2005 Temmuz ay’ı içerisinde yayınlanan bu bölümü o günlerde okuma fırsatı olmayan okuyucularımıza sunmuş olmakla sevinç duyuyorum.
Allah (c.c) nun bu Olayı Kuran’ı Keriminde biz inananlara sunması elbette bizlere yarayacak çok örneklerin olmasından dolayıdır. Dileğimiz ki Ashab-ı Kehf ( mağara arkadaşları) dan bizlere sunulan almamız ile çok yarar bulacağımız bu mübarek insanların Tevhid ehli olarak dağlara kaçmış olmaları, sadece Allah’a İman etmelerinden başka bir şey değildi.( Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashab-ı Kehf, Kitab’bında  Ashab-ı Kehf ile ilgili bölüm bu seri yazı çalışmamızın gelecek hafta ile başlayacağız İnşaAllahu )
Ashab-ı Kehf yaranlarının Makam, mevki amacında olmadıkları, Tek olan yüce Allah’a inanmış olmaları ile Sarayda yaşarlarken Kral Dakyanus’un Zülmün den kaçmışlar. Tek Allah’a olan İmanlarından dolayı, Saraylarda yatarlarken sıcak döşeklerini terk ederek dağlara kaçan ve sonucunda Mağaraları kendilerine Mekân kılan, Yedi Genç’in hayatını her Müslümanın doyasıya okumaları ve alınacak olan ders’leri hayatlarına geçirmeleri halinde kendilerine büyük faydaları olacaktır. Sözü fazla uzatmadan Ahmed Akgündüz’ün 1993 yılı sonunda kitabın tanıtımının haberini okuyarak yetkili bir Araştırmacı bilim adamından Ashab- Kehf  ( mağara arkadaşları) yaranlarının Nerede yaşamış olduklarının belge ve bilgisine kavuşalım.
*
Ashab-ı Kehf Tarsus’un Destanıdır başlığında olan haberde, “ Uzun süren araştırmalar sonunda “Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Eshab-ı Kehf isimli bir kitap yazan Prof. Dr: Ahmet Akgündüz, ( Heyet olarak hazırlanan kitap ta, Öğr. Gör. Yaşar Baş, Öğr. Gör. Rahmi Tekin, Arş. Gör. Osman Kaşıkçı’nın katılımları ile kitap meydana gelmişti ) 150 milyon Osmanlı arşiv belgesi ve Hadis kaynaklarına dayanarak Eshab-ı Kehf hadisesinin %90 ihtimalle Tarsus’ta yaşandığını açıkladı.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Tarsus Sanayi ve Ticaret Odası’nın kendisine müracaatı üzerine yaptığı araştırma sonuçlarını ve yazdığı kitabı Tarsus’ta düzenlenen bir toplantıda halka açıkladı.
Ashab-ı Kehf’in Kuran’ı Kerimde biri sureye ismini verecek kadar Önemli olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ahmet Akgündüz “Bu hadise batıl karşısında Hak’kın mücadelesidir”.
Ashab-ı Kehf buradadır” iddiasında bulunulur. 33 yer olduğunu anlatan Prof Dr. Ahmet Akgündüz “Araştırmalarımız göstermiştir’ki hadise, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in tarihi kesişme noktalarından biri olan Tarsus’un destanıdır. Kur’an-ı Kerim’de hadise mahalli olarak belirtilen Efsus ise bütün tefsirciler tarafından Tarsus olarak zikredilmiştir,” şeklinde konuştu.
Araştırmaları sırasında 150 milyon Osmanlı arşiv belgesi içinde sadece Tarsus ile ilgili en ince ayrıntılarına kadar 10 ciltlik bir ansiklopediyi dolduracak kadar belge ile karşılaştıklarını kaydeden Prof. Dr. Akgündüz, bu belgelerin içerisinde Ashâb-ı Kehf mağarasının Tarsus’ta olduğuna dair bilgiler bulunduğunu bildirdi.
Müracaat ettikleri Hadis kaynaklarının %90’ında da Eshab-ı Kehf’in yeri olarak Tarsus un gösterildiğini söyleyen Prof. Dr. Ahmet gündüz, hadiseye en çok sahip çıkan bölgelerden biri olan Afşin konusunda ise şu açıklamayı yaptı: ‘ Afşinliler, şuradadır” diyor. Fakat hadisenin geçtiği Bencilüs Dağı diye bir yere Afşin’de rastlanmıyor.
Kral Dakyanus un zulmünden kaçan 7 kişinin dağlarda dolaştıkları sırada Afşin’e uğramış olma ihtimalleri vardır. Ancak orada kalmamışlardır.
Bu sebeple Afşin’de Eshab-ı Kehf’e ait vakıflar var, makam var, Mağara ise Tarsus’ta.” Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Hıristiyanlar’ın Ashab-ı Kehf’in Efes’te olduğu yolundaki iddiaların ise tamamen çürütüldüğünü söyledi.
Efes’te zulme maruz kalan 7 Hıristiyan gencinin Miladi 150 veya 157 yılında kaçakları, halk arasında “7 uyuyanlar mağarası” olarak bilinen mağarada 250 sene uyudukları ve uyandıktan sonra şehid edilerek cesetlerinin İspanya ‘ya götürüldüğüne dair iddiaların asılsız olduğunu anlatan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Kur’an-ı Kerim’ deki Kehf Suresinin 9-26 ayetleri arasında anlatılan hadisenin aslını ise şöyle anlattı: “Hadise Hz, İsa’dan sonra miladi  2 ’ ci yüzyılın sonunda başlamıştır.
Bizans Kralı Dakyanus ülkesini putperestlikle damgalamak üzere harekete geçip dindarların üzerinde baskı kurunca, buna direnen 7 genç Allah’ın birliği ve tevhid yolunda ısrar edip Kralı reddetmişlerdir.
Ya putperestliği kabul edecekler ya da öldürüleceklerdir. Bu 7 genç yanlarında bir köpekle birlikte dağlara çıkarlar ve uzun süre gezerler. Dönüp dolaşıp Bencilus Dağına gelirler. Dakyanus’un zulmünden kurtulmak için sığındıkları bir mağarada ibadet ederlerken uyumaya başlarlar.
Kur’ an-ı Kerim’de anlatıldığına göre 309 sene uyurlar ve Peygamberimizin doğumundan 60 -70 sene evvel miladi 480-490 yıllarında tekrar uyanırlar.
Onlar bir iki saat uyuduklarını zannetmektedirler ve karınları acıkmıştır. İçlerinden biri yiyecek almak için Bencilüs Dağı’ndan Tarsus’a inince, yüzyıllardır uyudukları anlaşılır ve bölge halkının aşırı ilgisi yüzünden zor durumda kalırlar. Bu sırada Allah, onları tekrar uyutur ve bir daha uyanmamak üzere canlarını alır.”
(1) Türkiye Gazetesi Kasım -1993

28 Mart 2012 Çarşamba

Kur’an’da Ashâb-I Kehf - Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf -4-



Mağara üstten görünüşü aşağıdaki ise Mağara Girişi ...

          Mehmet Başar


“ Kur’an, İslâmın temel kaynağıdır. İslâm’da bir mesele hakkında ilk müracaat edilecek kaynak Kur’an’dır. Ancak O’nda hüküm bulunmadığı zaman diğer kaynaklara müracaat etmek gerekir. Bu nedenle Eshâb-ı Kehf gibi hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar için önemli bir meselede ilk olarak Kitap’a yani Kur’an’a bakmak gerekecektir. Zira O, ilahî bir kitaptır. En sağlam bilgiler O’nda bulunmaktadır. Ancak hemen belirtelim ki, Kur’an bir tarih kitabı değildir. O’nda itikâd(inanç)a, hukuka ve ahlâka ilişkin hükümler de vardır. Kur’an’da meseleler büyük-küçük, itikadı-amelî, tarihî-hukukî ayrımı yapılmadan hayati önem taşıması ve ma’rifetullahı ilgilendirmesi nazara alınarak incelenmiştir. Bunun sonucu olarak bir mesele Kur’anda yer almışsa bilinmelidir ki, o Müslümanlar için önemlidir.
Hemen belirtelim ki, Kur’an’da bir surenin ismi Ashâb-ı Kehf dir. Sadece bu bile Kur’an’da Ashâb-ı Kehf e verilen önemi belirtmesi açısından yeterlidir. Kur’an gibi en son ve mükemmel bir dinin 114 sûreden müteşekkil kitabının sûrelerinden birinin isminin Arş-ı Â’lâ’ca Ashâb-ı Kehf olarak isimlendirilmesi, şereflerin en büyüğüdür. Ayrıca Kur’an’da XVIII. sûreye bu eşhasın unvanları verilmekle kalınmamış; aynı sûre içinde konu ile ilgili bizi aydınlatacak önemli bilgilere de yer verilmiştir. Bu sûrede tam 18 ayet (9–26) Ashâb-ı Kehf e ayrılmıştır.
Önemine binaen bu ayetlerin kısaca meallerini buraya aynen alıyoruz:
9. (Rasûlüm!) Yoksa sen (sadece) Kehf ve Rakîm (1) sahiplerinin ibrete şayan olduklarını mı sandın?
10.  O yiğit gençler mağaraya sığınmışlar ve “Rabbimiz! bize kendi katından rahmet ver ve bizim için şu durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” demişlerdi.
11.  Bunun üzerine biz de onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık).
12. Sonra da iki grubtan (Ashâb-ı Kehf ve hasımlarından) hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesab edeceğini görelim diye onları uyandırdık.
13. (Şimdi) Sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatalım. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetlerini artırdık.
14.  Onların kalplerini metin ve sağlam kıldık. O yiğitler (Kralın önünde) ayağa kalkarak dediler ki, “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz ondan başkasına ilah demeyiz. Yoksa hakikatten ve dinden uzaklaşmış oluruz.
15.  Şu bizim kavmimiz Allahtan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler ya; (ama ne mümkün!). Öyleyse Allah hakkında yalan uydurandan daha zâlim var mı?
16. (İçlerinden biri şöyle demişti:) “Madem ki siz, onlardan ve onların Allah’ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın.”
17. (Rasûlüm! Orada bulunsaydın) Güneşi, doğduğu zaman mağaranın sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçer görürdün. Böylece onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde uyurlardı. İşte bu Allah’ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın.
18. Kendileri uykuda oldukları halde, sen onları uyanık sanırdın. Onları (yanları incinmesi diye) sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmaktaydı. Eğer onları görseydin (heybetlerinden dolayı) dönüp kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.
19. Sonra da biz aralarında kendi hallerini birbirlerine sormaları için onları uyandırdık. İçlerinden biri “ne kadar yata kaldınız?” dedi. (Kimi) “Bir gün ya da günün bir bölümü kadar yata kaldık” dediler; (Kimi de) Şöyle dediler: “Rabbiniz kaldığınız müddeti daha iyi bilir.” Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş para ile şehre (Tarsus’a) gönderin de baksın, şehrin hangi yiyeceği daha temiz ise ondan erzak getirsin; ayrıca, temkinli davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.
20. Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler ya da kendi dinlerine çevirirler ki, bu takdirde ebediyyen kurtulamazsınız.
21.  Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah’ın (öldükten sonra tekrar dirilteceğine dair) va’dinin hak olduğunu kesinlikle bilsinler. Hani onlar aralarında Ashâb-ı Kehf’in durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki, üzerlerine bir bina yapın. Çünkü Rableri onları daha iyi bilir. Onların durumuna vâkıf olanlar ise, “bizler kesinlikle onların yanı başlarına bir mescit yapacağız” dediler.
22. (İnsanların kimi:) “Onlar üç kişidir, dördüncüleri de köpekleridir.” diyecekler; yine bir kısmı “beş kişidir, altıncıları köpekleridir, “diyecekler. (Bunlar), bilinmeyen bir şey hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de) “Onlar yedi kişidir, sekizincisi köpekleridir” derler. De ki : “Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.”. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyleyse Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması hali haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri-geri konuşan) kimselerin hiç birinden malumat isteme!
23–24. Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (İnşaallah demedikçe) hiçbir şey için “bunu yarın yapacağım ” deme! Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı an ve “umarım Rabbim beni doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir” de.
25. Onlar mağaralarında üçyüz yıl kaldılar ve buna dokuz yıl daha ilâve ettiler (Yani üçyüz dokuz yıl: Güneş takvimine göre üçyüz yıl, ay takvimine göre üçyüz dokuz yıl kaldılar). (2)
26.  De ki : “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir”. Göklerin ve yerin gizli bilgisi ona aittir. O, öyle görür öyle işitir ki! Onlara (göklerde ve yerlerde olanlara) O’ndan başka velayet eden yoktur. O, kimseyi hükmüne ortak da etmez.” (3)
Görüldüğü üzere, konu ile ilgili ayetler kendi bütünlüğü ve anlayışı içinde yeterli bilgi vermektedir. İslâmın birinci kaynağı olan Kur’an’da aslında bu kadar teferruatlı bir şekilde işlenen çok az konu bulunmaktadır. İnceleme konumuzun sınırlarını aştığı için, bu konuya neden bu kadar yer verildiği üzerinde duracak değiliz. Ancak şunu belirtelim ki, samimi olarak kendisine inanan ve ondan yardım isteyenleri Allah yolda koymaz. Ayrıca bu olay, öldükten sonra insanların diriltileceğine de güzel bir misal teşkil etmektedir. “
*
Yayına koyduğumuz Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf başlıklı çalışmayı hazırlayanları daha öncesi tanıttığımız için her bölümde zikretmiyoruz. Ayrıca gerekli gördüğümüz bölümlerde kendimizin de bazı yorumlar ilave ediyoruz. Bundan dolayı Yazarlara ait olmayan şahsımdan eklenenler asıl kaynaktan olmadığı bilinmelidir.

You need to log in to vote
The blog owner requires users to be logged in to be able to vote for this post.
Alternatively, if you do not have an account yet you can create one here.
Powered by Vote It Up

27 Mart 2012 Salı

KUR’AN’DA ASHÂB-I KEHF…Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf:........

Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf: İslâm’da Ashâb-ı Kehf–3

 
 



1- GENEL OLARAK

“ Bilindiği üzere İslâm, Yüce Yaratı’cının insanlığın dünya ve ahiret saadeti için gönderdiği ve mensubu bulunduğumuz dinin adıdır. Din, insanların hem dünya hem de ahiret işlerini düzenler. Allah’ın ilminin sonsuz olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Özellikle insanlar tarafından bilinmesi mümkün olmayan gayb ilminin yegâne kaynağı İlâhî beyanlardır. İlahi beyan ile yani Kur’an ayetleriyle meselenin incelenişine geçmeden önce “Ashab-ı Kehf kavramı üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Ashab, Arapça bir kelime olup, sahip kelimesinin çoğuludur. Sahip, dost, arkadaş, yâran manalarına gelmektedir. Buna göre Ashab, dostlar, yaranlar, arkadaşlar anlamına gelmektedir. Kehf ise, dağlarda oyulmuş ev gibi yerlere denmektedir. Genellikle bunu ifade için mağara kelimesi kullanılır. Küçüğüne Gâr, büyüğüne de Kehf denir. Bu kelimenin Türkçe karşılığı ise, İn’dir. Şu halde Ashâb-ı Kehf kelime olarak, Mağara Dostları, Mağara Arkadaşları, Mağara Yârânı anlamlarına gelmektedir. ( Mağaranın Küçük olanına GAR, Büyük olanına ise KEHF MAĞARA anlamı olarak bilinmektedir ).
Kavram olarak ise, zamanın hükümdarının zulmünden kaçarak bir mağaraya sığınıp, orada 309 yıl uyuyan, uyandıktan sonra da tekrar vefat eden ve Kur’an’da bahsi geçen gençleri ve birde köpekleri Kıtmîr’i ifade etmektedir. Biz konuyu incelerken Türkçeleştirmeye gerek görmeden Ashâb-ı Kehf kavramını kullanacağız. Zira herkes tarafından bu kavram kullanılmakta ve maksad anlaşılmaktadır.

KUR’AN’DA ASHÂB-I KEHF…

Kur’an, İslâm’ın temel kaynağıdır. İslâm’da bir mesele hakkında ilk müracaat edilecek kaynak Kur’an’dır. Ancak O’nda hüküm bulunmadığı zaman diğer kaynaklara müracaat etmek gerekir. Bu nedenle Ashâb-ı Kehf gibi hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar için önemli bir meselede ilk olarak Kitap’a yani Kur’an’a bakmak gerekecektir. Zira O, ilahî bir kitaptır. En sağlam bilgiler O’nda bulunmaktadır. Ancak hemen belirtelim ki, Kur’an bir tarih kitabı değildir. O’nda itikâd (inanç)a, hukuka ve ahlâka ilişkin hükümler de vardır. Kur’an’da meseleler büyük-küçük, itikadı-amelî, tarihî-hukukî ayrımı yapılmadan hayati önem taşıması ve ma’rifetullahı ilgilendirmesi nazara alınarak incelenmiştir. Bunun sonucu olarak bir mesele Kur’anda yer almışsa bilinmelidir ki, o Müslümanlar için önemlidir.
Hemen belirtelim ki, Kur’an’da bir surenin ismi Ashâb-ı Kehf dir. Sadece bu bile Kur’an’da Ashâb-ı Kehf e verilen önemi belirtmesi açısından yeterlidir. Kur’an gibi en son ve mükemmel bir dinin 114 sureden müteşekkil kitabının surelerinden birinin isminin Arş-ı Â’lâ’ca Ashâb-ı Kehf olarak isimlendirilmesi, şereflerin en büyüğüdür. Ayrıca Kur’an’da XVIII. sûreye bu eşhasın unvanları verilmekle kalınmamış; aynı sûre içinde konu ile ilgili bizi aydınlatacak önemli bilgilere de yer verilmiştir. Bu sûrede tam 18 ayet (9–26) Ashâb-ı Kehf e ayrılmıştır.”
*
Konumuz dağılmadan 2004 – 2005 tarihi arasında Ashab-ı Kehf nerede üzerine Maraş Afşin Ashab-ı  Kehf Külliyesi Koruma ve Yaşatma Derneği tarafından yer tescili ile ilgili yargıya taşınmıştı. DAVANIN  KONUSU: “ Tarihsel kaynakların belirttiği şekilde  “Afşin Ashab- Kehf Mağarası’na  güneşin doğarken ve batarken girdiği konum” mağaranın gerçek yerini tespit bakımından herkesin üzerinde ittifak ettiği bir husustur. Bu nedenle güneş doğarken ve batarken güneşin mağaraya nasıl düştüğü hususunun bilimsel olarak tespit edilmesi gerekmektedir. “ talebi ile Mahkemece tescil edilmesi için 13.08.2004 tarihinde Afşin Sulh  Hukuk Mahkemesi’ne açılan dava üzerine yayılan haber ile Tarsus Belediye si olaya duyarlı davranılarak hazırlanan bir heyet olarak, Afşin sulh hukuk mahkemesine müdahil olarak katılmaya gidilmişti ( Ashab-ı Kehf Nerede Başlığında ilk beş yazı serimizde konu kısada olsa anlatıldığı için bu kısmı geçiyoruz.)
Afşin’in olayı mahkemeye taşıması ile duruşmaya müdahil olarak katılanlardan Abdurrezak Öz hocamızdan ilk beş sayısında yayınlanan bölümü 27-Haziran–2005 tarihinde Tarsus Ashab-ı Kehf gazetesinde haftalık olarak yayınlamıştık.
Bu yazı serimiz öncesi ve sonrasında aldığımız bilgi ve belgeler vede Afşin’de Ashab-ı Kehf mağarası diye iddia edilen yerin Resimleri tetkik edilerek muhtelif değerlendirme yazı yorumlarımızda yayınlanmıştı.
*
Eski Müftülerden Tarsus lu Hüseyin ÂŞIK hoca’nın olaya duyarlı davranmış ve konu üzerine ilgilenmişler. Bizim seri yazımız öncesi ve sonrasında söylemlere ve belgelere vede resimlere bakarak yaptığımız tespite Afşin’de Mağara diye birşeyin olmadığı, YAMAÇTA İKİ KİŞİ GİRECEK KADAR YER DAHİ OLMADIĞI ortaya çıkmış ve yazı yorumumuz içerisinde belirtmemizden dolayı Emekli Müftü Hüseyin ÂŞIK hoca efendi okumuş ve bizi buldu ve tespitimizi onayladı. Hoca efendi İstanbul İslam enstitüsü mezunu dur. Hoca efendi Yüksek Okulu okuduğu sıralarda hocasının teklifi ile Ashab-ı Kehf isminde tez hazırlamışlar daha sonrasında bu tez kitaplaşarak yayınlanmıştı.
Hüseyin Âşık hoca ile tanışıp görüşmemiz sonrası. 2006 Haziran ayı içerisinde GİZLİCE kendisini tanıtmadan Afşin’e giderek mevcut yeri bizzat incelemiş ve geldiğinde tespitlerini çizdiği KROKİ ler ile anlattı.
Bu arada şunu da belirtelim, geçtiğimiz haziran ay’ı içerisinde hoca efendiyi verdiği telefonundan aradım ama ulaşamadım, daha sonra aradığımda ise Telefona Eşi çıktı Hoca efendiyi sorduğumda Vefat ettiği, Tarsus ta bulunan köyüne cenazesi getirilerek defnedilmiş. Fakat bizim haberimiz olduğunda DÖRT AY zaman geçmişti, hoca efendi 2010-Şubat ayı içerisinde ikamet ettiği İstanbul’da vefat etmişti. Allah (c.c) bol bol rahmet etsin İnşaallah.
Emekli Müftü Hüseyin Âşık hoca Ashab-ı Kehf delisi idi adeta, defalarca telefon ve yazışma ile Afşin Ashab-ı  Kehf Külliyesi Koruma ve Yaşatma Derneği yöneticileri ile yer üzerine tartışma yapmışlar. Hüseyin Âşık hoca efendinin tespitinde de yukarıda anlatıldığı gibi bu yerin Kehf (MAĞARA) olmadığı bizzat görerek anlatılmıştı.
Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf  yazı serimiz devam edecektir İnşaallah….


26 Mart 2012 Pazartesi

Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf- 2 (Hıristiyanlıkta Ashab-ı Kehf) 02-

Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf- 2 (Hıristiyanlıkta Ashab-ı Kehf) 02-

1- RESİMDE MAĞARANIN ORTASINDAN YUKARISI GÖRÜLMEKTEDİR.
2-MAĞARA ÜSTTEN   GÖRÜLMEKTEDİR...   
 Mehmet Başar  26.03.2012












Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ve Arkadaşları, Öğr. Gör. Yaşar Baş, Öğr. Gör. Rahmi Tekin, Arş. Gör. Osman Kaşıkçı’nın birlikte hazırladıkları “Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashab-ı Kehfeserin Ashab-ı Kehf ile ilgili olan bölümünden alarak,Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf “başlığında istifadenize sunulan çalışmamızın siz değerli okuyucularımıza yararlı olması dileğimizle konuya yine eserde ki, “ HRİSTİYANLIK’TA ASHÂB-I KEHF “ başlığında sunuyoruz.
Tarsus, Müslümanlar için olduğu kadar Hıristiyanlar için de önemlidir. Zira onlara göre de Eshâb-ı Kehf, “Yedi Uyuyanlar” namıyla bilinmektedir. Fransızların Grand Ansiklopedisinde Sept Dormans=Yedi Uyuyanlar adı altında Eshâb-ı Kehf in hikâyesi şöyle anlatılmaktadır:


“Dekyus (Decius), Hıristiyanları katlettiği sırada asil bir aileye mensub yedi kardeş ( Maksimyanus, Malkus veya Margus, Martininanus, Konstanitnos, Diyonisyus, Yuhanis ve Sürasiyu ), kendilerini dini terk etmeye zorlayan “Efes” valisinin tehditlerine şecaatle mukavemet ettikten sonra bir mağaraya iltica ettiler. Onları ve onlarla birlikte kendilerini sadıkane takip etmiş olan köpeklerini öldürmek için bu mağaranın kapısını ördüler. Duvar bitmeden bir Hıristiyan bu vakıa dolayısıyla yazmış olduğu bir bakır levhayı mağaradan içeri atmıştı ( Rakıym bu levha demek oluyor).
Fedailer uyudular. 150 sene veya 197 sene sonra M.S. 448 tarihlerinde II. Teodos zamanında sadece bir gün uyumuş olduklarını zan ederek uyandılar. İçlerinden birini yiyecek satın almak için şehre gönderdiler. Bu adam kapılarda haç işaretlerini görerek hayrete düşmüş ve aynı zamanda alış veriş ettiği kimselere İmparator Dekyus zamanından kalma sikkeler gösterdiği için onları da hayrete düşürmüştür. Efes (Efsus) piskopos’u, İmparator ve İmparatoriçe, bu harikayı hayretle temaşa etmek için derhal mağaraya gittiler. Fakat yedi şehit, ölülerin dirileceğine böylece delil gösterildikten sonra yeniden uykuya daldılar ve bir daha da uyanmadılar. Bunların kapanmış oldukları mağara bilahare mü’minlerin ziyaretleri ile meşhur oldu ve bu mağarayı hâlâ seyyahlara gösteriyorlar.
Bunlardan kalanlar Marsilya’ya nakledilmiş, nakil esnasında kullanılan büyük taş sandık Marsilya’daki Sent Viktor Kilisesi’ndedir. 528 tarihinde Suriye piskoposu “Jean Dö Serağ”ın bir kıssa şekline soktuğu bu destan, sonradan Greguar Dülos tarafından Süryanice’den Latince’ye tercüme ve teksir edildi. Bu eserin ismi “Döglorya Martirom”dur. Bu yedi kişinin isimleri Yunan ve Latin, Habeş ve Rus takvimlerinde bazı tadilat ile mezkûrdur. Yunan takvimlerinde sekizinci olarak köpeğin ismi de görülüyor. Latin Kilisesi’nde bunlar 7 Temmuz’da anılmaktadır. Yunan Kilisesi’ne göre yedi şehidin mağaraya kapandıkları gün, 4 Ağustos ve uyandıkları gün 22 Teşrin olarak anılmaktadır”.
Görüldüğü üzere, Hristiyanlar’in da Eshâb-ı Kehf hakkında naklettikleri hikâyeler İslâm kaynakları ile büyük bir benzerlik arzetmektedir. İsim ve yerler farklı olsa bile, aynı olaydan bahsedildiği muhakkaktır. En büyük farklılık Eshâb-ı Kehf’in uykuda kaldıkları süre hususundadır. Bilindiği üzere, Kur’an’da üstü kapalı da olsa 309 sene uyudukları ifade edilmektedir. İslâm âlimlerinin büyük bir çoğunluğu da Eshâb-ı Kehf’in 309 yıl uyudukları hususunda fikir birliği içindedirler. Oysa Hıristiyanlar arasında bu süre 150, (157) veya 197 olmak üzere çeşitli süreler gösterilmektedir. Bizce asıl olan Kur’an’in ve İslâm âlimlerinin sözleridir.
Hıristiyan kaynaklarının bizden ayrıldığı bir diğer husus da, bu mağaranın yeridir. Zira Hıristiyan kaynaklarında mağaranın yeri olarak hep Efes gösterilmiştir. Halbuki İslâm kaynakları, ittifakla yüzde 90′ı Tarsus’u gösterirken, bazı kaynaklar da Afşin’i göstermektedirler. Aralarında bölge farkı vardır.
*
‘ Rakıym ‘ kelimesinin ne anlama geldiğini yukarıda ehil kalemlerimiz anlattı. Bizim burada ki yapacağımız kısa bir teklif var.  “ASHAB-I    KEHF     VE   RAKIYM ! “ balığında ( 06.10.2006 ) tarihinde yazdığımız araştırma yazı yorumumuzda, “ KURAN’DA DA  RAKIYM   OLARAK  İSMİ  ANILAN  LEVHALARIN   TARSUS’UN  MANEVİ  DEĞERLERİNE   AİT  OLDUĞUNU  SÖYLEMEME  GEREK  VAR MI  BİLMİYORUM !, İLGİLİ  KİŞİ  VE  KURUMLAR  BU  MANEVİ  DEĞERİMİZE  SAHİP  ÇIKARAK   TARSUS’A  GETİRİLMESİNİ  SAĞLAMAMIZ  EN  TABİİ  HAKKIMIZDIR .” diyerek nokta koymuştuk.
Şimdi bu teklifimizi yenilemek isterim. Tarsus Ashab-ı Kehf  ( mağara arkadaşları) nın isimleri bulunan Levha’nın ‘ Marsilya’da büyük bir taş sandık içerisinde bulunan Levha’ları Sent Viktor Kilisesi’nden ‘ istenerek getirilmesi sağlanmalıdır.
Getirilmesi güçlüğü varsa o zaman ikinci bir teklif, Mevcut Levha’ların Marsilya, Sent Viktor Kilisesine gidilerek Levha’ların birer benzerleri yapılarak Tarsus Ashab-ı Kehf  ( mağara arkadaşları) nın sığındıkları yere yapılacak bir bina içerisine yerleştirilmesi sağlanmalıdır. Yapılacak bina içerisine konu ile ilgili eserler konularak, Ziyarete gelenlerce “ Ashab-ı Kehf  ( mağara arkadaşları)” nın bilgi ve belgelerini öğrenmelerine vesile olunmalıdır.
Mağara Arkadaş’larına yapılacak en güzel hizmet olacaktır. Günümüzde yaşayan Müslüman kardeşlerimize ve gelecek Nesillerimize kalıcı olarak çok güzel bir hizmet olarak kalacaktır.
Yaptıranlarımıza da Allah ( c.c ) indinde kazancının ne kadar olacağını ancak o (Allah ) (c.c) bilir.
Devam edecektir……

25 Mart 2012 Pazar

Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf ve Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf ve Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

 









      Mehmet başar   25.03.2012


Tarsus Ticaret ve Sanayi Odası 1993 yılında Yönetim Başkanlığını Teoman Sungur yapmaktaydı. Teoman Sungur,  Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ e Tarsus ve Ashab-Kehf üzerine bir kitap çalışması teklifi yapar.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ve Öğr. Gör. Yaşar Baş, Öğr. Gör. Rahmi Tekin, Arş. Gör. Osman Kaşıkçı’nın “Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashab-ı Kehfkitap çalışmasını yaparlar. Geçtiğimiz hafta yayına koyduğumuz Kitabın tanıtım toplantısında, Ahmet Akgündüz’ün, “150 milyon Osmanlı arşiv belgesi ve Hadis kaynaklarına dayanarak Ashab-ı Kehf hadisesinin %90 ihtimalle Tarsus’ta yaşandığını “ açıklamasında yer almıştı.

Kitap Tarsus Ticaret ve Sanayi Odasında olmasından dolayı Okuyucuların çoğunun faydalanması elbette zordur. Bu neden ile Hakkında Kuranda adına Sure tahsis edilen Mağara arkadaş’larının bilgi ve belgelerini kıymetli okuyucularımızın faydalanması ve o mübarek insanların imanlarının gereği olarak nelere katlandıklarını, Katlanmalarını sadece Tek olan Yüce Allah (c.c) imandan başka bir şey olmadığını hayat hikâyelerinde göstermişlerdir. İstedim ki okuyucularımız bu İmanları yolunda çektikleri çile yi bilmeyenlerin bilmesini, hemde işin istismarlarını yapanlardan değilde, Uzman kadroların 150 milyon belgeden süzerek kitap haline getirdikleri, ‘Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashab-ı Kehf ‘ isimli eserin istifadelere ehil olanların kaleminden sunmuşlardır.

Ashab-ı Kehf  ( mağara arkadaşları) Nerede ?, başlığında her hafta Cuma günlerinde 1-2-3-4-5 hafta devam etti. Ellerimizde bulunan konu üzerine belgeleri yine Cuma günlerine has olarak Geçtiğimiz haftadan itibaren başladık. Birinci olarak önce Kitabın tanıtım konuşmasını Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün dilinden yayınlanan haberi köşemize alarak başladık. Bundan sonra ise Tam ismi ile, ‘Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Ashab-ı Kehf ‘ kitabında konusu işlenen bölümün köşemizde misafir ederek yayınlayalım. Rabbimden dileğim Ashab-ı Kehf (mağara arkadaşları) nın o güzelim örnek hayatlarından ders çıkarılmasını sağlayalım.
Bu vesile ile değerli eseri meydana gelmesi için emekleri olanlara ayrı ayrı teşekkür ederim. Ve köşemde yayınlanmasının müsaadesini veren Tarsus ticaret ve sanayi Odası Başkanı Mehmet Karagözlü’ye teşekkürü borç bilirim.
*
Arşiv Belgeleri Işığında Ashab-ı Kehf. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ve Öğr. Gör. Yaşar Baş, Öğr. Gör. Rahmi Tekin, Arş. Gör. Osman Kaşıkçı “…
1- GENEL OLARAK
Her milletin tarihinde maddî ve manevî kahramanları vardır. Bazan insanlar geçmişleri ile iftihar etmek için uydururlar bu kahramanları. Bazan da var olan kahramanları mübalağalarla büyütürler. Bunların yanında gerçek çehreleri gün yüzüne çıkmamış veya eksik ve yanlış çıkmış olanları da mevcuttur. İşte eksik ve yanlış tanıtılan maddî ve manevî kahramanları gerçek çehreleri ile ortaya çıkarmak, tarihî bir vazife olsa gerektir.
İmanla küfrün mücadelesi tarih boyunca devam etmiştir. Zaten insanları yücelten de bu mücadelede verdikleri kahramanlık destanlarıdır. İşte burada inceleyeceğimiz olay da, tarihte eşine rastlanmamış bir kahramanlık destanıdır. Ancak bu, sıradan bir kahramanlık destanı olmayıp, tarih boyunca insanların zihinlerini meşgul etmiş soruların Kur’an tarafından bir kahve içme rahatlığı içinde hallediliş destanıdır. Ashab-ı Kehf gibi tarihî - gaybî bir soru ile Hz. Peygamber’e galebe etmeye kalkışanlara karşı, verilen tarihî bir cevabın ve küfür karşısında ilimle verilen bir mücadelenin destanıdır. Genç yiğitlerin, batıl karşısında hakkı haykırışlarının destanıdır. İki ilahî dinin tarihî kesişme noktalarının ender yerlerinden birini teşkil eden bir “mukaddes belde” destanıdır.
Ayrıca Ashâb-ı Kehf in isimleri halkımız arasında kutsal isimler olarak bilinmektedir. Her ne kadar isimleri Kur’an’da zikredilmese dahi, hikâye ve sayılarından uzun uzadıya bahsedilmektedir. Ayrıca o gençlerin birer iman abidesi, faziletli, küfre karşı boyun eğmeyen kimseler olduğu bilinmektedir. Bu nedenle bu faziletli kulların isimlerinin ezbere bilinmesinin faziletine inanılmaktadır. En azından dine saygı ve hürmetin ifadesi kabul edilmektedir. Ayrıca halk arasında bu gençlerin isimlerini ezbere bilenleri köpek ısırmayacağı, bu isimler yazılı bir kâğıt halinde yangına atılırsa yangının söneceği, isimler yazılı kâğıt ağlayan bebeğin yastığının altına konulursa ağlamasının duracağı, doğumda sancı çeken kadının uyluğuna isim yazılı kâğıt bağlanırsa doğumun ağrısız olacağı gibi inançlar vardır. (1)
İki ilahi dinin yani Hıristiyanlık ve İslâmiyet’in bu konuya vermiş oldukları önem açısından konuyu Hıristiyanlıkta ve İslâm’da Ashâb-ı Kehf diye ikiye ayırarak incelemek daha yararlı olacaktır. “ …

Not: kaynakları yer sorunumuzdan dolayı alamıyorum.

24 Mart 2012 Cumartesi

DİĞER ÖNEMLİ HUSUS ve son bölüm ….Ashab-ı Kehf ( mağara arkadaşları) Nerede ?-5

Ashab-ı Kehf  ( mağara arkadaşları) Nerede ?-5


DİĞER ÖNEMLİ HUSUS ve son bölüm …. (1)







Abdurrezak Öz Hoca efendinin araştırması bu son bölümle tamamlanmaktadır. İnşallah gelecek haftadan itibaren yine belgelere dayanan açıklamaları ehil kalemlerden sunmaya devam edeceğiz. Bu seri yazılarımızdan dolayı işi tartışmaya getirmek olmadığı, Sadece kaybolan değerlerimizin Ehil kalemlerin ortaya koydukları güzellikleri ortaya koymak ve Kafalarda yer almış Kuran da Adına Sure tahsis edilmiş bu alacağımız nice ders lerin olduğu, Gerçekten de onların kıssalarında üstün akıllılar için bir ibret vardır.(Yusuf suresi- ayet-111) ayetinde olduğu gibi bizlerinde bu gibi önemli olduğuna inandığımız Kıssadan ders’ler çıkarılması için kısa da olsa ehil kalemlerden Bu mübarek İnsanları anlatan izahatlardan ve her zaman tartışma konusu yapılan, Ashab-ı Kehf  ( mağara arkadaşları) nın nerede vuku bulduğu üzerinde yapılan spekülasyon lardan kurtarılarak ortaya getirilmesi gerektiği için bu seri yazımızı yayına koyduk.
İnşallah bu yazı serimiz içerisinde Kesin şurada denilmeden, Kuvvetli ihtimal olmasının ötesine yer vermemeye çalışmaktayız. Kuran da ve hadisi şeriflerde nerede olduğu üzerine bir ayet nede bir hadis ile belirtilmeyen yeri bizim burada veya şuradadır demek lüksümüzün olmadığı bilinmelidir.
Burada yalnız sadece üzerinde durduğumuz genelde Kuran Tefsiri ve İslam tarihi eserlerinde yer olarak çoğunlukta Tarsus olduğu söylenmesine rağmen kimse buna kesin dememekteler. Sadece denilen mevcut delillerin yönü Tarsus olduğu üzerinedir. İleriki yazılarımız da gelecektir inşallah, Söz sahibi değerli Âlimlerimizin açıklamalarından da görüleceği gibi herkes Allah u âlem ( Allah c.c daha iyi bilir) diyerek nokta koymaktadırlar.
Biz şimdi Abdurrezak Öz hocamızın araştırma açıklamasını ayet ve fiziki tespitleri ile olan konumuzun son bölümünü okuyalım.
*
“ Ashab-ı Kehf in mağaraya gizlenmelerini anlatan ayeti-kerimeyi, Elmalı(Merhum) şöyle açıklar: 0 halde mağaraya yataklanın...” (Me’va): konaklanacak yer demektir. Aynı kelimenin şeklinde olanında: Sığınacak, iltica edilecek mekân-yer- demektir. Evine girene (Ava ila menzilihi) evine ( ava) etti. Girdi- denir.
Şu duruma göre mağaraya benzer hiçbir tarafı bulunmayan, bir yamacın yüzündeki kayanın altına mağara denemez. Böyle bir yer, aranan insanları gizleyecek bir yer olarak ta kullanılamaz.

Ayette (KEHF), mağara olarak bildirilen yerin mağara olma Vasfi bulunması lazımdır. Geniş bir mağara olmayı gerektiren diğer bir husus: Aslında Ashabı-rakim, sahih hadislerle bilindirildiği üzere yağmurdan korunmak için kayanın altına sığınan üç arkadaşın vakalarıdır. Ama rakimin bir anlamı da yazı anlamında olarak, Ashab-ı Kehf’in mağaraların azını, orada ölsünler diye zalim melik kapattırırken, iyi niyetli zat gizlice Ashab-ı Kehf’in isimlerini başlarına gelenleri bakır bir levhaya yazarak mağaranın içerisine koymuş ki, ilerde insanların bunlardan haberleri olsun diye rivayet olunuyor.
Böyle yamaçtaki bir kayanın yüzünden başka bir şey olmayan bir yere herhangi bir şey nasıl saklanacak? Baş tarafta bu ayetin açıklamasında geçtiği üzere Celaleyh sabah ve akşam için faydalanma diye tefsir etmiştir ki; ev gibi sabah akşam yatıp kalkmada kullanma, faydalanma manasındadır.

Afşin Ashab-ı Kehf in mağarası diye kesin olarak iddia ettikleri yer, yamaçta bir kayanın yüzüdür. Mağara dedikleri bu kayanın önündeki mescidi yapıyı, sonradan kemer gibi üzeri örülerek kapatılan kısmı yok kabul edin, yamaçta bir kayadan başka bir şey değildir. Böyle bir kayanın dibinde yedi kişi görülmeyecek şekilde nasıl saklanabilir.

Ashab-ı Kehf e ait mağaranın yerini tespitte, Ayeti Kerimelerin tarifinden çıkan bu şekiller en önemli belgelerdir. Bunların biri bulunmayıp, diğerleri bulunmuş olsa dahi, o yerin Ashab-ı Kehf e ait oduğu söylenemez.
Ashab-ı Kehf’e ait mağara hakkında kimi tarihçiler Amman da, kimi Şamda, kimi Endülüs’te, kimide daha başka yerde olduğunu söyleyenler olmuştur. Ancak Rum diyarında diyenler çoğunluktadır. Bu yörede de en çok Tarsus üzerinde durulmuşlardır, Kur’anın tarife noksansız uyduğu için buradaki mağara olduğu kanaatine varmışlardır.
Ayette mağara geniş bir şekilde tarif edilmiştir. Ama şu zamanda şu ülkede denilmemiştir. Bu mağarayı ne Tarsus ne Afşin nede hiçbir yer için yüzde yüz kesin olarak şuradır demek büyük hata olur.
Tarsus üzerinde bir kanaat olmak üzere durulmuş olması da, ayetlerdeki tariflerin tamamı buradaki mağarada bulunması dolayısıyla, Ashab-ı Kehf’e ait mağara burada olduğu kanaatine varmışlardır.
Ekseri müfessirlerin bu ayetlerin tarifine göre Tarsus demişler. (Buda katiyet ifade etmez) Allahın bildirdiği bir şeyi hiç kimsenin kesin olarak bilmesi mümkün değildir. Ashab-ı Kehf ile ilgili Sayın Prof. Dr. Faruk SÜMER imzasıyla yazılmış olan eserde, Efsun Afşin olarak kabul ediyor ve Afşin de bulunan bir takım tarihi bina, laht v.s’lerin bulunması da delil olarak gösteriliyor. Ashab-ı Kehf hadisesi kuranda haber verilen, mağarası da geniş bir şekil de tarif olunan bir yerdir. Mağarada aranacak olan Kur’anın tarifi bulunup bulunmadığıdır. Bunun dışında bazı eski bina, mezar, laht, kilise bulunması, Ashab-ı Kehf in yerini açıklar. “
*
Âlim, Hafız Emekli İmam hatip Abdurrezak Öz hocamızdan Allah razı olsun. Çok teşekkür ederim. Allah (c.c) razı olsun ve hizmetini daim eylesin.
Gelecek haftadan itibaren Ashab-ı Kehf  ( mağara arkadaşları) Nerede ? başlığında konumuz ehil kalemlerin çalışmaları ile  yayınına devam edecektir inşallah ….

(1) devam edecektir..

Mehmet başar  24.03.2012   mbasar71@mynet.com      05355167740

23 Mart 2012 Cuma

“ Kuran’ın tarifine göre, Ashab-ı Kehf’e ait Mağara Bulunması Lazım Gelen Şekiller. 2 ”…

Ashab-ı Kehf  ( mağara arkadaşları) Nerede ?-4


“ Kuran’ın tarifine göre, Ashab-ı Kehf’e ait Mağara Bulunması Lazım Gelen Şekiller. 2 ”…


Emekli İmam hatip Abdurrezak Öz hocamız konunun daha iyi anlaşılması için, “Ashab-ı Kehf’e ait mağarada aranacak delil, ayetin tarifine uyup uymamasıdır. “ başlığında yayınlanan açıklamasının devamında,“ Kuran’ın tarifine göre, Ashab-ı Kehf’e ait Mağara Bulunması Lazım Gelen Şekiller.”  Üzerinde de durarak Fenni İlimlerle de gösterilen şekilleri desteklemesini ölçüm ile yaptığı geometrik ispatına da yer vererek olayın en yatkın olmasını geçtiğimiz hafta üzerinde durduğu, “ Kuran’ın tarifine göre, Ashab-ı Kehf’e ait Mağara Bulunması Lazım Gelen Şekiller. 2  olarak konumuza kaldığımız bölümden devam ediyoruz.
MAĞARA ÜSTÜNDEN GÖRÜNÜŞÜ DÜR.

*
“ Yine okyanus ta:” BEHAT-I HA’Ş, yörüngede iki surettedir. Banat’ı na’şi- Kübra dır ki, kuzey kutup semtinde büyük ayı şeklinde yerleşmiş yedi yıldızdan ibarettir. Türkçede: Yediger- yedi kardeşler- denir…. Şeklinde geniş açıklama demirinin tarifi, mağaranın üst kısmında yedi kardeşler” denen yıldızlar görünecek şekilde kuzeye doğru eğik bir açıklık bulunduğunu göstermektedir. Böyle olmasaydı, güneş batıya eğildiği zaman içerine güneş ışınlarının, vuruş yerlerinde makaslama şekli meydana gelmezdi.

7.Şu halde: mağarada giriş yerinden başka, üst kısmında hava alacak ve sema boşluğu, iç kısımdan bakıldığı zaman görünebilecek bir açıklık, bulunması lazımdır.
8. bu (FECVE) denen, üstü açık bir yerin şarttır ki, ayete tarif edilen, TAKRİD yani: güneşin mağaraya vuruş şekli meydana gelebilsin. Buna göre: mağaraya, ikindi vakti ( güneş gruba başladığında), mağaraya giriş yeri ile FECVE nin üstündeki açık kısmında güneş girecek, giren bu iki güneş şua’sı makas şeklinde ( şemalarda görüldüğü gibi) kesişerek mağaranın içine vurmuş olacak.
Ayrıca, sabah güneş doğuşu ile mağaranın ağız kısmına vurduğu yerde ikindi vakti vurduğu yerin vuruş açısı alındığında da, makaslama şekli olmalıdır. Buda bir TAKRID şekli sayılır.
Mağaraya vuran güneşin ayrı ayrı iki yerden girdiğini gösteren ve FECVE ye dışarıdan bir giriş yeri olduğunu (VESİD) kelimesi göstermektedir. Şöyle ki: ( Kehf suresi. Ayet: 1 8’de )” ve onların köpekleri de ağızlarında, girişte, dirseklerini döşemiş haldedir.”
Bu kelime gösteriyor ki, FECVE adı verilen kısma ayrıca dışarıdan bir giriş kısmı var, köpek bu giriş kısmında ağzında dirseklerini yere döşemiş olarak bulunduğu bildiriliyor. Meşhur Muhit’i- okyanus.

VESİD’İ şöyle açıklar: (El Vesid) Se’id vezninde, ev önünde ve yöresine Avluyans denir. (Fina)’manasına. Ve kapın alt eşiğine denir. (Atina) nasına. Ve ağıl tarzından koyun ve keçi yatırmak için taştan yapılan (netute) ye denir ki, dağlarda yaptıklar mandıra olacaktır. Ve Vesid: Eshab-ı Kehf hazaratının iktifa ettikleri (Gizlendikleri) mağaranın ismidir…” ( Okyama cilt 1 sh: 709) diye açıklamaktadır.
İşte güneş ikindi vakitlerinde bu giriş yerinden içeriye biraz vuruyor. Bu sıradaki üsteki açık kısmında da biraz güneş ışını giriyor, sonra mağaranın üst kısmında giren güneş mağaranın yol ve mescid tarafına düşen kaya kısmından kaybolur. Bu arada mağaranın FECVE kısmı güneş almıyor. Dolayısıyla: Bu ayette bildirilen köpeğin durduğu yer, mağaranın FECVE adı verilen geniş kısmına ayrıca dışarıdan giriş kısmını olduğunu göstermektedir. “,
*
Hoca efendi konuyu birden fazla delile dayandırması, Ashab-ı Kehf yaranlarının gizlendiği Mağara’nın Ayet’in tarifi ile kalmadan, 1990 yılı başlarında yanına Harita Mühendisini alarak, Mağara üzerinden Fiziki ölçümde çalışmalar yapmışlardır. ( Hoca’mızın harita Mühendisine yaptırdığı mağaranın bulunduğu fiziki durumunu ve Güneşin doğuşu ve batışı arasında mağaraya nasıl şua gönderdiğinin geometrik olarak çizimini yaptırmış ve elimizde mevcuttur. )
Harita Mühendisinin Çizmiş olduğu Şekiller le ayetin ve Mağaranın uyum sağladığını ortaya koymuşlardır. Taki konu üzerine araştırmada bulunan ve bulunacak olanlara çok güzel bir çalışma örneği koymuşlardır.
İlim adamlarına yakışmayacak bir şekilde gayri ilmi olarak çalışmalarda bulunmamak için Abdurrezak Öz Hocamızı bu çalışmasından dolayı kendilerine teşekkürü bir borç bilirim.
İnşallah gelecek hafta Hoca Efendinin açıklaması sona erecek olması bu güzel açıklamalara mahrum kalacağımızı açıkça söyleyeyim. Kendisi ile aynı Şehirde yaşamamıza rağmen, Hoca’mız ile sık, sık görüşmemiz mümkün olmamaktadır.
Hocamız şuan itibari ile İleri yaşta olmasından dolayı fazla çalışma gösterememektedir. Uzun yıllar Merkezi Cami İmam hatipliği yaptığı gibi devamlı her Cuma haftalık Vaaz ve nasihatleri, her gün öğle namaz öncesi Fıkıh sohbeti, buna binaen de Davetlere iştirak etmesi ile yanımızda büyük bir değeri vardır. Emekli olarak evine dönmüş olsa da yine her fırsatı değerlendirerek hizmet yapmaktadır. Fakat sağlık yönü bozulmasından dolayı hoca efendinin geniş İlminden faydalanmamız mümkün olmamaktadır.
Allah (c.c) nasip ederse İlminden sağlığı iyi olduğu müddetçe imkân bulduğumuz kadarı ile faydalanmaya çalışmaktayız. Ayrıca Hoca Efendi İlerlemiş yaşlarına ve Sağlık sorununa rağmen Evlerine yakın olan Cami de Cuma Vaazlarına devam etmektedir.
Rabbimden hayırlı ömür ve sağlıklı hayat dileğinde bulunuyorum, İnşallah konunun son bölümünde İnşallah yarın buluşmak üzere Allah (c.c) emanet ediyorum.

Mehmet başar   23.03.2012  mbasar71@mynet.com        05355167740