24 Ağustos 2012 Cuma

Ashab-ı Kehf Olayını: Kuran ı Mecid ve Tefsirli Meali 9-27 ..Mahmud Ustaosmanoğlu dan Okuyalım...

Ashab-ı Kehf Olayını " Kuran’ı Mecid ve Tefsirli Meali  9-27 .." Mahmud Ustaosmanoğlu'dan
Okuyalım... 


El-KEHF SÜRESİ Cüz: 15 Süre: 18 Kuran’ı Mecid  ve Tefsirli Meali  Mahmud Ustaosmanoğlu


9- (Habibim!) Yoksa sen Kehf ve Rakim (adlı levhada isimleri yazılı bulunan mağara) ashabının (uzun süre uyutulduktan sonra uyandırılmaları kıssasının), gerçekten Bizim (varlığımıza ve birliğimize delalet eden) ayetlerimiz arasından, çok şaşılacak bir şey olduğunu mu sandın?
(Halbuki toprak üzerinde bulunan bu kadar sayısız cinsleri ve türleri tek bir maddeden, farklı farklı özelliklerde ve şekillerde yaratıp canlandırmak, sonra tekrar kurutup toprağa döndürmek, daha sonra da tekrar yeşertmek, elbette ki Ashab-ı Kehf’in ilginç kıssasından çok daha dikkat çekicidir!)

10- Hani o (zorba kâfir Dekyanus tarafından şirke zorlanan, fakat ona boyun eğmeyen) gençler(, şehirde imanlarını koruyamayacaklarını anlayınca) o mağaraya sığınmış ve: “Ey Rabbimiz! Tarafından bize (mağfiret, bol rızık ve düşmandan emniyet kazandıracak) büyük bir rahmet ver! Ve (hicretle alakalı bu] işimizden ötürü bizim için (selamet sebeplerini hazırla ve maksadımıza ulaştıracak yolu bulmamıza) tanı bir isabet (için gerekli olan vasıtaları] hazırla!” demişlerdi.

11- Böylece Biz sayılı birçok seneler o mağarada onların kulakları üzerine (bir uyku perdesi] vurduk(, bu nedenle onlar hiçbir sesten etkilenmeyecek şekilde yüzlerce sene uyudular]!

12- Sonra da (içlerinden) iki fırkanın hangisinin, beklemiş oldukları o süreyi daha iyi saydığını bil(diğimiz halde, bu mucizeyi herkese bildir] elim diye onları (nice yıllar sonra o derin uykularından) uyandırdık.

13- Biz sana onların ilginç haberini hak ile (doğruca] anlatmaktayız. Şüphesiz onlar birtakım gençlerdi ki Rablerine (gerçekten] iman etmişlerdi, Biz de onları hidayet (ve İslam’da sebat) bakımından artırmıştık.

14- Onlar (o zorba kralın putlara secde baskısı üzerine ona karşı) ayağa kalktıkları zaman Biz(, vatandan, aileden ve maldan uzak kalmaya karşı) kalplerine kuvvet (ve sabır] verdik de bu sebeple onlar dediler ki: “(Putlar bizim Rabbimiz olamaz!) Bizim Rabbimiz ancak göklerin ve yerin Rabbi (olan Allah-u Zü’l-celül) dir, biz O’ndan başkasını asla ilah diye adlandıramayız! Andolsun ki; o takdirde muhakkak Biz (doğrudan) pek uzak bir söz söylemiş oluruz!

15- İşte bunlar bizim (yanlış yolda olan] kavmimizdir ki, O’nu bırakıp birtakım ilahlar edinmişlerdir. Onlar(ın ilahlıkların)a karşı pek açık ve güçlü bir delil getirebilseydiler ya! Artık (eş ve ortak isnat ederek) Allah’a karşı bir yalan uydurmuş olandan daha zülüm var mıdır?”
İbni İshak ve diğerlerinin nakline göre; İncil ehli büyük günahlara bulaşıp, putlara tapmaya başladığı sırada içlerinden bazıları hak din-de sebat edebilmişti. 0 an için Rum diyarının hükümdarı olan Dekyanus, İsa (Aleyhisselam)ın dini üzere sabit kalanları tek tek aratıp buldurarak, puta tapmakla ölmek arasında seçime zorluyordu. Bir kere o, Ashab-ı Kehf’in yaşadığı Tarsus şehrine uğrayınca, iman ehli gizlenmeye başladı. Fakat o, müfettişler salarak insanları huzuruna toplatıyordu. 0 bölgenin ileri gelenlerinden, İsa (Aleyhisselâm)ın dini üzere olan birtakım delikanlılar bu durum karşısında ağlayıp dua ederek Allah-u Te’âlâ’ya yalvardıkları sırada bekçiler onları yakalayıp o zor- ha hükümdarın karşısına çıkarttı. 0 onlara: “Siz niçin bizim putlarımız adına kurban kesmiyorsunuz, ya bunu yaparsınız, ya da öldürülürsünüz!” deyince onlar: “Bizim ilahımızın azameti gökleri yerleri kaplamıştır, biz asla O’ndan başka kimseye ibadet etmeyiz, sen bildiğini yap!” dediler. Buna çok kızan hükümdar üzerlerindeki süslü elbiselerin ve takıların çıkartılmasını emrettikten sonra: “Sizin cezanızı hemen verirdim ama gençliğinize bağışlıyorum ve size düşünmeniz için biraz süre tanıyorum!” dedi. Kendisi de o sırada bir işi için başka bir vilayete gitti. 0 arada istişare yapan delikanlılar, evlerinden bir miktar azık alıp bir kısmını sadaka vermeye, diğerlerini de yanlarına almaya karar verdiler ve yakınlarında bulunan Bencilüs dağındaki bir mağaraya sığınma kararı aldılar. Yollarına çıkan bir köpek peşlerine düşünce onu defaatle kovmalarına rağmen yanlarından uzaklaşmadı ve sonunda dile gelerek: “Ben Allah’ın sevdiklerini seviyorum, siz uyuyun, ben sizi beklerim!” dedi. Onların mağaradaki amelleri namaz, oruç ve zikirden başka bir şey değildi. Yiyecek işlerine bakan Yemliha her sabah kılık değiştirerek şehre gidip önemli ihtiyaçlarını temin eder ve olup biteni öğrenip onlara bildirirdi. Bir zaman böyle geçtikten sonra bir gün ağlayarak yanlarına geldiğinde, zorba hükümdarın döndüğünü ve onların babalarını sorguya çektiğini, onların da kurtulmak için: “Çocuklarımız bize isyan ettiler, mallarımızı da yağmalayıp dağa kaçtılar!” dediklerini haber verince hep birlikte secdeye kapanarak Allah-u Te’ala’ya yalvarmaya başladılar, sonra güneş battığı sırada başlarını kaldırıp aralarında istişare ederlerken Allah-u Te’ala onların üzerine bir uyku salıverdi. Köpekleri de kapıda uyuya kaldı.
Hükümdar onların yerini bulunca, ne yapacağına karar veremedi, sonunda Allah-u Te’ala onun kalbine mağaranın kapısını kapatarak onları ölüme terk etme fikrini getirdi. Çünkü Allah-u Te’ala hem bu şekilde onlara ikramda bulunmak hem de onları ölümden sonra dirilmeye delalet eden bir ayet yapmak istiyordu. Böylece hükümdar o mağarayı onlara mezar yapmak üzere kapatma kararı aldı.
*
Fakat Dekyanus’un yakınlarından olup imanlarını gizleyen iki kişi bu delikanlıların dinlerini, soylarını, sayılarını, kaybolma tarihlerini ve kimden kaçtıklarını iki kurşun levhaya yazıp bir bakır tabuta koyarak mağaranın kapısına örülen duvarın içerisine yerleştirdiler ve:
‘Ola ki Allah kıyamet gününden önce mümin bir toplumu bunlardan haberdar eder de, onlar da bu sayede bu delikanlıların kıssalarını Öğrenirler!” diye düşündüler. Zamanla Dekyanus da, adamları da öldüler, böylece yıllar ve asırlar geçti, krallar değişti. Derken o şehre Beydarüs isminde mübarek bir adam hükümdar oldu. Fakat o zamanki toplum içerisinde kimisi dirilmeye inanıyor, kimisi de inkâr ediyordu. 0 kral insanların: “Dünya hayatından başka yaşantı yoktur, dirilirse de cesetler değil, ancak ruhlar dirilir!” gibi laflar sarf ettiklerini duyunca üzülüyor ve duaya sarılarak: “Ya Rabbi! Sen bu insanların görüş ayrılıklarını bilmektesin, bir an evvel bunlara bir mucize gönder de dirilmenin ve kıyametin hak olduğuna inansınlar!” diye yalvarıyordu. Bunun üzerine Allah-u Te’ala o mağaranın yakınında yaşayan bir adamın kalbine mağaranın kapısındaki duvarı yıkıp onun taşlarıyla koyunlarına bir ağıl yapması fikrini getirdi. Adam da bunu uyguladı, mağaranın kapısı açılır açılmaz Allah-u alo delikanlıları uyandırdı. Böylece onlar sevinçli ve güleç yüzlü bir halde oturdular. Asırlar geçmesine rağmen Allah-u Te’ala bedenlerini, güzelliklerini ve şekillerini hiçbir şey değişmeksizin aynen korumuştu. Derken onlar açlıklarını hissederek Yemliha’yı gıda temini için şehre gönderdiler. 0, şehre vardığında oranın halkının, hükümdarının ve durumunun tamamen değiştiğini görünce, sohbet ettiği bazı kimseler onu alıp o mümin hükümdarın huzuruna çıkardılar. 0 ona başlarından geçenleri anlatınca, huzurda bulunanlardan biri: “Ey millet! Bu, Allah-u Te’ala’nın ayetlerinden büyük bir ayet olabilir, hadi sen bizi götür de arkadaşlarını göster!” dedi. Böylece hükümet ricali başta olmak üzere, küçük-büyük şehir halkının tamamı mağaranın etrafına geldiler. İki büyük yetkili en evvel yanlarına girdiler ve duvarın temelinde buldukları bakır tabutu açınca kıssalarının yazılı olduğu o iki kurşun Levhaya ulaştılar. Onları okuyunca hayretler içinde kalarak, kendilerine dirilme hususunda mucize gösteren A1lh-u Te’ala’ya hamdettiler, sonra o mübarek hükümdar: “Çabucak gelirseniz büyük bir yet göreceksiniz, zira üçyüz küsur sene önce vefat etmiş olan birtakım delikanlıları Allah-u Te’ala’nın yeniden canlandırmış olduğunu müşahede edeceksiniz!” diye haber saldılar. Bu haberi alan hükümdarın bütün dertleri giderek Allah-u Te’ala’ya hamd-ü senalarda bulunduktan sonra mağaraya doğru yola çıktı ve onları ziyaret ederek kucakladı. 0 sırada onlar tesbih ve hamdle meşgul olarak toprak üzerinde oturuyorlardı.

Böylece kralı Allah’a emanet ettiler, koruma duaları yaptılar ve yattıkları yerlere dönerek yeniden uykuya daldılar. 0 sırada Allah-u Te’ala onları vefat ettirdi. Hükümdar her birinin altın bir tabuta konmasını emretti, fakat o gece rüyasında ona: “Biz ne altından ne de gümüşten yaratılmadık, topraktan yaratıldık, sen bizi mağarada olduğumuz toprak üzerinde bırak ki Allah bizi oradan diriltsin!” dediler. 0 da onları ağaçtan bir tabuta koydurdu, mağaranın kapısına da bir mescit yaptırdı ve her sene ziyaret edilmeleri için büyük bir bayram tertipledi. (Hazin, Savi, Alusi)

16- (Bu gençler Dekyanus tarafından kendilerine verilen kısa bir mühlet içerisinde düşünüp taşınıp, hicret kararı alarak yola çıktıklarında birbirlerine şöyle dediler:)
“Madem ki onlardan da, Allah’tan başka tapmakta oldukları şeylerden de uzaklaştınız, artık (ibadetinizi rahatça yapabileceğiniz) bir mağaraya sığının da, Rabbiniz (iki cihanda da) rahmetinden size bolca (hayırlar ve rızıklar) yaysın ve (yönelmiş olduğunuz bu) işinizden (kastettiğiniz neticeye ulaşasınız diye) sizin için faydalı şeyler hazırlasın!”

17- (Habibim! Derken onlar mağaraya sığındılar ve ibadete yöneldiler. Tam bu sırada Biz onlara ağır bir uyku verdik Sen orada bulunsaydın o mağara üzerine doğan) güneşi görürdün ki, doğduğunda mağaralarından sağa doğru meyledi (yor da, ışınlarıyla kendilerini rahatsız etmi)yordu, battığında da (yine onlara isabet etmeyerek) sola doğru onları kesip geçiyordu. Onlarsa onun geniş bir yerindeydiler (ki, böylece hava kendilerine rahatça ulaşabiliyordu, ne mağaranın sıkıcı havası, ne de güneşin harareti kendilerine bir eziyet vermiyordu). İşte sana! Bu(nlar), Allah’ın ayetlerindendir! (Ashab-ı Kehf’i hidayet ettiği gibi,) Allah kimi hidayete eriştirirse, işte hidayet bulan ancak odur!
Kimi de saptırırsa, artık sen onun için asla (kendisini) irşad edi(p de doğru yolu gösteri)ci hiçbir dost bulamazsın!

18- (Habibim! Gözleri açık olduğundan ve sağa sola çok döndüklerinden dolayı) sen onları uyanıklar sanırsın, oysa onlar uyuyan kimselerdir! Biz onları (bu uzun uykularında, toprağın çürütmesinden korumak için) sağ yöne ve sol yöne çeviriyorduk. Köpekleri de iki ön ayağını (mağaranın) giriş(in)de uzatıcıydı. Sen onları (saçları ve tırnakları uzamış halde) görecek olsaydın, elbette kaçarak onlardan yüz çevirirdin ve (cüsselerinin büyüklüğünden ve mekânlarının ıssızlığından dehşete kapılarak) elbette onlar yüzünden büyük bir korkuyla dolardın.

19- İşte sana! Böylece (bir mucize eseri onları yıllarca uyuttuğumuz gibi,) aralarında birbirlerine(, Allah-u Te’ala’nın onlara ne muamele yaptığını) sorsunlar (da, O’nun üstün gücüne karşı kesin inancı artırsınlar, dirilme mucizesini gözleriyle görsünler ve bu nimetlere şükürde bulunsunlar) diye onları uyandırdık. İçlerinden bir söz sahibi (diğerlerine): “(Bu mağarada) ne kadar kaldınız?” dedi. Onlar (öğleden sonra uyandıkları için, sabahleyin mağaraya girdiklerini hesap ederek): “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık!” dediler. (Sonra) onlar (tırnaklarının ve saçlarının uzamış olduğunu görünce) dediler ki:
“Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz en iyi bilendir! (Şimdi açlığımızı giderecek bir çare aramaya bakın!) Öyleyse birinizi işte bu gümüş paranızla o şehre gönderin de, yemek bakımından oranın [halkının) hangisinin daha temiz(, daha helal, daha cömert ve daha ucuz) olduğuna baksın ve size ondan bir rızık getirsin!
Ama (alış-verişte kavgaya sebebiyet verip de kendini ele vermemesi için) sakin davranmaya çalışsın/ (giriş ve çıkışta) gizlenmeye çalışsın/(aldanmaması için) dikkatli olmaya çalışsın/ da, sizi hiçbir kimseye asla fark ettirmesin!
20- Şüphesiz ki onlar sizden haberdar olacak olurlarsa/ size gelip gelirlerse/, sizi taşla öldürürler ya da sizi (zorla) kendi dinlerine geçirirler, o takdirdeyse siz asla ebediyen felah (ve kurtuluş) bulamazsınız!”
*
21- İşte sana! Böylece Biz (kendi dönemlerindekilere onların yerlerini buldurarak ve bu vesileyle kıssalarını tüm insanlığa bildirerek, merak edenleri) onlardan haberdar ettik. Ta ki o (insa)nlar bilsin ki (Ashab-ı Kehf’i bir ayet olarak uyutup, tekrar bir ayet olarak dirilttiği gibi,) Allah’ın (bütün insanları diriltme) vaadi (de) şüphesiz bir haktır, o [kıyamet) an(ın)a gelince; muhakkak on(un vukuun)da hiçbir şüphe yoktur. (Tam da insanlar) aralarında (diriltilmeleriyle ilgili) işlerini tartışıyorlarken (ve kimi sadece ruhların diriltileceğini, kimiyse ruhlarla bedenlerin birlikte diriltileceğini savunuyorken, Allah-u Te’ala Ashab-ı Kehf’i buldurup sonra vefat ettirince, onların bu kerametlerine vakıf olanlar birbirlerine): “(İnsanlar gelip kendilerini rahatsız etmesin, bir de anıları canlı kalsın diye) onların (mağaralarının kapısının) üzerine bir bina yapın!” dediler. (Böylece onların soyları, halleri ve mağarada kalma süreleriyle ilgili uzunca müzakerelerde bulundular.) Halbuki onları en iyi bilen Rableriydi.
(İnsanlar arasında, onların nerede gömülecekleri ve yanlarına bir bina yapılıp yapılmayacağı, yapılırsa ne çeşit bir bina olacağı hususunda konuşmalar uzayınca,) onların (dirilmeleriyle, ahiretin hak olduğu) işin(i ispat etmeye, dolayısıyla da onlar hakkında karar vermey)e karşı güç kazanmış olan o (zamanın Müslüman hükümdarı ve onunla birlikte inanmış olan) kimseler: “Andolsun ki; elbette biz onların (mağaralarının kapısının) üstüne bir mescit (yapıp, onu ibadet- hane) edineceğiz!” dedi (ler).

22- (Habibim!) 0 (senin döneminde bulunan Ehl-i Kitaba mensup ola)nlar(dan) ve müminlerden kimi, karanlığa taş fırlatırmışçasına, hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları) gizli bir şeye atış yaparak/gaybla ilgili tahminde bulunarak!: “(Onlar) üçtür, dördüncüleri de köpekleridir!” diyecekler. (Bazıları da:) “Beş (kişi)dir, altıncıları köpekleridir!” diyecekler. (Kimi de Allah-u Te’ala’nın bildirmesiyle hakka isabet ederek:) “Yedi (kişi)dir, sekizincileriyse köpekleridir!” diyecekler. (Habibim! Hala bilgisizce konuşan Ehl-i Kitab’a) de ki: “Rabbim onların sayısını en iyi bilendir!
Pek az bir kimse dışında onları(n gerçek sayısını) kimse bilemez. Artık (derinlemesine dalmadan, kimseyi de cahillikle suçlamadan) onlar hakkında ancak (sana vahyedilen delillere dayalı) pek açık bir mücadeleyle tartış! Kendileri hakkında onlardan hiçbirine de sual sorma!
(Zira Kur’an sana yeterlidir. Zaten onların da doğru bir bilgileri yoktur. İnadına soru sorarak muhatabı rezil etmeye kalkışmak ise, sahip olduğun güzel ahlakla bağdaşmaz!)”

23- “Bir de sakın ola ki sen (yapmayı kastettiğin) hiçbir şey için (kimseye): ‘İşte sana! Gerçekten ben bunu yarın (veya ileride) yapıcıyım!’ deme!
Yahudilerin teşvikiyle Kureyş Rasulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelip, ruh, Ashab-ı Kehf ve Zü’l-Karneyn’le ilgili sualler yönelttiklerinde 0: “inşallah” demeyi unutarak kendilerine ertesi gün geldiklerinde bunları haber vereceğini söyledi. Bundan dolayı da on küsur gün vahiy gecikince Rasulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in sıkıntıya girmesi üzerine bu ve bir sonraki ayet-i kerimeler nazil oldu.

24- ‘Ancak Allah’ın dilemesiyle yapabilirim)!’ (anlamına gelen ‘İnşaallah’ sözünü söyle.)” Ama (bunu) unuttuğun zaman Rabbini(n iradesinin unutulmaması gerektiğini) hatırla ve: “Umulur ki Rabbim beni
(doğru yola) isabet bakımından işte bundan daha yakin olana eriştirir (ve böylece bana: ‘İnşaallah!’ demeyi unutmuş bulunduğum Ashab-ı Kehf’in kıssasına nispetle, peygamberliğimi daha açık bir şekilde ifade edecek diğer peygamber kıssalarını öğretir)!” de!

25- Böylece onlar mağaralarında üçyüz sene kaldılar. (Buna ilaveten de, küsuratı hakkında hiçbir ihtilafa mahal bırakmaksızın) dokuz (yıl) daha kattılar.

26- (Habibim! Bu beyanımızdan sonra hala onların mağarada kalış süresi hakkında ihtilafa düşen Ehl-i Kitab’a) de ki: “Onların ne kadar kaldıklarını hakkıyla bilen ancak Allah’tır! Zaten göklerin ve yerin (barındırdığı her gizli şey ve onlarda bulunan yaratıkların halleriyle ilgili gizli-kapalı her türlü) ğaybı(n bi1gileri) sadece O’na mahsustur! 0 (her varlığı) ne acayip görendir, (her duyulanı) ne kadar şaşılacak bir şekilde işitendir! 0 (yer ve gökte buluna)nlar için O’ndan başka (işlerini takip edecek ve kendilerine yardım edecek) hiçbir dost yoktur!
0 ise (kararlarında ve) hükmünde hiçbir kimseyi ortak yapmaz!”

27- (Habibim! Sen onların: “Bize başka bir Kur’an getir, ya da bunu değiştir!” şeklindeki hezeyanlarına aldırmayıp) sana vahyolunmakta olan Rabbinin o kitabını art arda oku! O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir şey yoktur!
(Ama) sen (onların bu fikirlerine birazcık bile meyledecek olursan, şunu bilesin ki) O’ndan başka bir sığınak da asla bulamazsın!

TARSUS, EFSUS-DA ASHAB-I KEHF ve KONUYLA ALAKALI TEMEL KAYNAKLAR - ARŞİV BELGELERİ... Arşiv belgeleri ışığında Tarsus ve Ashab-ı Kehf Tarihi

TARSUS (EFSUS)'DA ESHAB-I KEHF ve KONUYLA ALAKALI TEMEL KAYNAKLAR & ARŞİV BELGELERİ... Arşiv belgeleri ışığında Tarsus ve Ashab-ı Kehf  Tarihi


Ashâb-ı Kehf'in yeri konusunda bizim müracaat edebileceğimiz birinci derecede kaynak, Kur'an'daki Ashab-ı Kehf hadisesini bütün ayrıntılarıyla ortaya koyan ve Kur'an'ın her kelimesini titizlikle ve dikkatle tefsir eden müfessirlere ait tefsir kitaplarıdır. Burada önemli tefsirlerin beyanlarının bir dökümünü yaparak bu mevzuda neticeye ulaşmaya çalışacağız.

Önemle ifade edelim ki, ister rivayet ve ister dirayet tefsirleri olsun, İbn-i Kesir haricinde hemen hemen bütün müfessirler, Eshâb-ı Kehf'in yeri hususunda görüş belirtmişlerdir. Bütün tefsirlerin görüşlerini zikretmek, sayfalarımızı alır. Ancak sahasında otorite kabul edilen büyük müfessirlerin görüşlerini nakletmekle iktifa edeceğiz. Belirttikleri yerler ile alakalı beyânlarını kısaca kaydedelim:

a) Bunlardan rivayet tefsirlerinin en büyüğü sayılan Taberi, Eshâb-ı Kehf'in sığındığı mağaranın bulunduğu dağın adını "Bencilüs" olarak belirtmiştir. (1) Taberî'den sonra gelen müfessirler ve diğer ilim adamları da bu dağın adının "Bencilüs" olduğunda ittifak etmişlerdir. (2) O halde burada üzerinde durulması gereken mesele "Bencilüs" dağının yerini tesbit etmek olacaktır. Tarsus'da Eshâb-ı Kehf mağarasının bulunduğu dağa halkın dahi Bencilüs dediğini hemen ifade edelim.

Eshâb-ı Kehf üzerine bir kitap yazan Osmanlı müellifi Muhammed Emin, Eshâb-ı Kehf'in mağarasının bulunduğu dağın isminin "Pencilûs" veya "Bencilüs" olduğunu ve "Tarsus" ta bulunduğunu belirtir. (3) Gerçekten yerinde yaptığımız araştırmaya göre, bu dağa halk halen "Bencilüs Dağı" demektedir. Bazılarının Encilüs dediği de vâki'dir. Burada "B" harfinin atılmış olması, tarihin aşındırması olarak zikredilebilir.

b) Yine İslâm aleminin yetiştirdiği önemli simalardan hem tefsirde hem de kelam ilminde otorite olan Müfessir Fahreddin Razi, Tefsir'ul-Kebir isimli muazzam tefsir eserinde " ..Müfessirler diyorlar ki, Yemliha'nın yanındaki paranın üstünde, Eshâb-ı Kehf in zamanında, şehirdeki Melikin sureti vardı. O şehre bugün Tarsus denir." diyerek konuyu gayet net bir şekilde ortaya koymuştur. (4)
Ayrıca başka bir âyetin tefsirinde Efsus denilse bile, bundan kasdın Tarsus olduğu 19. âyetin tefsirinde tasrîh edilmiştir. Zira Efsus, Tarsus'un başka bir adıdır. Tıpkı Taberi gibi, Fahreddin Razi'nin eserinin de dirayet tefsirlerinin en büyüğü olmasına dikkat çekmek icabeder.

c) İslâm aleminde ilk, meşhur ve makbul bir dirayet tefsiri sayılan Zemahşerî'nin Keşşaf isimli eserinde Kehf suresinin ilgili kısmını yani " ...o şehre.." yi tefsir ederken "bu şehre bugün "Tarsus" denir" demiş ve başka bir görüş de belirtmemiştir. (5) Başka bir ihtimal zikretmemesi de manidardır.

d) Başka bir önemli tefsir de Kâdi Beyzavî'nin Esrar'ut-Te'vîl ve Envâr'ut-Tenzil isimli eseridir. Müellif, Kehf suresinin 19. ayetini tefsir ederken buradaki şehirden kasdın "Tarsus" olduğunu açıkça söylemiştir. (6)

e) Nesefi'nin tefsiri, müellifin hadis ve fıkıh gibi ilimlerdeki kudretini de gösteren mufassal bir tefsirdir. Mevzu hadislere ve hurafattan sayılan tarihi vakı'alara da hiç yer vermemiştir. (7) Bu müellif de Kehf suresinin 19. ayetini tefsir ederken "O şehir, Tarsus'tur " demiştir. (8) Ayrıca başka bir âyetin tefsirinde Efsus denilse bile, bundan kasdın Tarsus olduğu 19. âyetin tefsirinde tasrîh edilmiştir. Zira Efsus, Tarsus'un başka bir adıdır.

f) Gelmiş geçmiş en kısa ve en sağlam tefsirlerden sayılan Celaleyn'de de Eshâb-ı Kehf'in sığındığı mağarasının bulunduğu şehrin ismi "Tarsus" olarak belirtilmektedir. (9)
g) Yine muasır tefsirlerden Tefsir'ul Merağî'de de "mezkûr yer Tarsus'tur" denilmektedir. (10) Ayrıca başka bir âyetin tefsirinde Efsus denilse bile, bundan kasdın Tarsus olduğu 19. âyetin tefsirinde tasrîh edilmiştir. Zira Efsus, Tarsus'un başka bir adıdır
h) Bir başka önemli eser olan ve Sümer Hoca tarafından yanlış değerlendirilen Tibyan Tefsiri, önemli bir yanılgıya sebep olmuştur. Tıbyan tefsirinde önce hikaye anlatılırken şehrin "Efsus" olduğu belirtilmiş; fakat Kehf Suresinin 19. ayeti tefsir edilirken bu şehrin "Tarsus" olduğu açıkça ifade edilmiştir. (11) Başka bir âyetin tefsirinde Efsus denilse bile, bundan kasdın Tarsus olduğu 19. âyetin tefsirinde aynı müellif tarafından tasrîh edilmiştir. Zira Efsus, Tarsus'un başka bir adıdır.
ı) Kur'an'da geçen kıssalara fazlaca önem vermekle meşhur (12) olan İbrahim Bağdadî (Hazin Tefsirinin sahibi), tefsirinde Eshâb-ı Kehf'in hikâyesini anlatırken bu şehrin "Efsus" olduğunu belirtir. Ancak bu hikayeyi İbn-i İshak'tan nakleder. Fakat daha sonra 19. ayeti tefsir ederken "O şehre "Tarsus" denir. İslâmiyetten önce o şehrin adı Efsus idi" görüşüne yer vererek bugünkü yanlış anlama ve değerlendirmelere önemli bir ışık tutmaktadır. (13) Yani başka bir âyetin tefsirinde Efsus denilse bile, bundan kasdın Tarsus olduğu 19. âyetin tefsirinde tasrîh edilmiştir. Zira Efsus, Tarsus'un başka bir adıdır.
Gerçekten Eshâb-ı Kehf'in sığındığı mağaranın bulunduğu şehir hususundaki ihtilaflar, aslında bu ve benzeri değerlendirmelerden meydana gelmektedir. Tibyan ve Hazin Tefsiri gibi Mevâkıb Tefsiri de söz konusu şehrin önceki isminin Efsus, şimdiki isminin ise Tarsus olduğunu belirtmektedirler. (14) Ayrıca Tarsus tarihine ilişkin bir risale de bu görüşü desteklemektedir. Burada müellif, "bu şehrin adı Tevrat'ta Afsus, İncil'de Arsus ve Arab dilinde Tarsus'tur" demektedir. (15)
Burada belki şu fikir üzerinde durulabilir. Aslında bütün kaynaklarda aynı şehir yani Tarsus kasdedilmekle birlikte, bazı müellifler diğer dillerdeki veya İslâmdan önceki ismini, bazıları ise İslâmdan sonraki ismini kullanmışlardır. Bu nedenle bütün yollar her halükârda Tarsus'a çıkmaktadır. Fakat biz böyle zayıf sayılabilecek ve aksi iddia ve isbat edilebilecek bir tezden yola çıkmak istemiyoruz. Zira bu kadar açık delil var iken böyle dolaylı ve dolambaçlı yollardan gitmenin bir anlamının olamayacağına inanıyoruz.
j) Muasır müfessirlerden Elmalı, diğer müfessirlerin ve tarihçilerin görüşlerini nakleder ve belirli bir yer belirtmez.
k) Yine çağımızın en önemli fıkıh ve tefsir otoritelerinden Ö. Nasuhi Bilmen, Kehf suresinin 19. ayetini tefsir ederken bu şehrin Tarsus olduğunu belirtir.
Diğer kaynaklar da, tefsirlerin nerdeyse ittifakla zikrettiği Tarsus görüşünü desteklemektedir. Konuyu uzatmamak için bazı görüşleri nakledeceğiz ve tamamını kaydetmeyeceğiz:
Kamus'ul-A'lâm sahibi Şemseddin Sami, bu önemli lügatında Eshâb-ı Kehf'in Tarsus'ta olduğunu yazar. (16)
Yine hem Tarsus hem de Adana Salname Terinde de Eshâb-ı Kehf'in Tarsus'da olduğu belirtilmektedir. (17) Yani Osmanlı otoriteleri bu esası kabul ederek Salnameleri hazırlamışlardır. 1285 tarihli Haleb Salnamesinde Afşin'de eshâb-ı kehfin sadece makamlarının bulunduğunu belirtmesi ve Tarsus'la ilgili kısımlarda ise, mağaralarının olduğunun beyân edilmesi de dikkat çekicidir. Bu hususa tekrar döneceğiz.
Meşhur seyyah Evliya Çelebi, dünyaca ünlü ve en sağlam kitaplardan sayılan Seyahatname'sinde aynen şöyle yazmaktadır: "Ve bu şehrin şimalinde iki saat baid yerde ziyaretgâh-ı eshab-ı kehfe on iki yaranlar ile varub ziyaret etdük. Lakin mağaranın kapısı mesdud. İçinde ne âsâr var idüğü na malûm. Ancak bir kovan-ı zenbur-misal bir şadadır istima olunur. Ziyaretgâhı kadîmdir. Ve bir kere Maraş iline Elbistan ovasında Elbistan subaşılığında bir mağaralarda eshab-ı kehf diye ziyaret eddik. Amma aslı yokdur. Asıl hakikatte ashab-ı kehf bu Tarsus da (olmak) müvecceh zibadır." (18)
Yine Katip Çelebi, meşhur eseri Cihan-Nüma'da Tarsus hakkında uzun uzun bilgi verdikten sonra Eshâb-ı Kehf in mağarasının da burada olduğunu belirtmektedir. (19)

Arşiv belgeleri ışığında Tarsus ve Ashab-ı Kehf  Tarihi.

(1) Taberî, Tarih'ul-Ümem, IV, 134.
(2) Misal kabilinden bkz. Elmalı, V, 3232; Bağdadî, Hâzin Tefsiri, III, 190; M. Emin, 16.
(3) M. Emin, 16.
(4) Fahreddin Razi, Tefsir'ul-Kebîr, C. XXI, Tahran, T.siz, sh. 103. (5) Zemahşerî, Mahmûd, El-Keşşaf FîTefsîr'il-Kur'an, C. I, Mısır 1318, sh. 205. Her nasılsa Faruk Sümer Hoca, Zemahşerî'nin "Efsus" dediğini yazmaktadır. Bir zühul olsa gerektir (bkz. Sümer, Ashab-ı Kehf, 33). Efsus denilse bile, bundan kasdın Tarsus olduğu 19. ayetin tefsirinde tasrîh edilmiştir.
(6) Kadî Beyzavî, Esrar'üt-Te'vil ve Envâr'üt-Tenzil, C. II, İstanbul 1314, sh. 7. Sayın Faruk Sümer hoca bu müellifin de "Efsus" dediğini belirtiyor (36). Oysa Beyzavî bu şehrin "Tarsus" olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca başka bir yerde Efsus de -' bile, bundan kasdın Tarsus olduğu 19. âyetin tefsirinde tasrîh edilmiştir.
(7) Bilmen, Ö. Nasuhî, Büyük Tefsir Tarihi, C. B, İstanbul 1973, sh. 539.
(8) Ebul Bereket Mahmud En-Nesefî, Medârik'ut-Tenzil ve Hakaik'ut-Te'vil, (Hazin Tefsiri kenarında) C. IH, Mısır 1328, sh. 193.
(9) Celâlüddin Mahallî/Celâlüddin Suyûtî, Celaleyn Tefsiri, C. II, İstanbul, T.siz, 4. (10) Merağî, A. Mustafa, Tefsir'ul- Merağî, C. V, Beyrut 1974, sh. 118.
(11) Herhalde sayın Prof. Dr. Sümer Hoca'yi da yanıltan bu usul olmuştur. Çünkü Ashab-ı Kehf'in "Efsus'"da olduğuna dair olan görüşünü desteklesin diye kitabına fotokopisini eklediği Tibyan tefsirinde de bu şehrin "Tarsus" olduğu ifade edilmektedir (Bkz. Sümer, 85; Ayıntabî, Mehmed, Tefsir'üt-Tıbyan, III, 1323,4-5)
(12) Bilmen, Tefsir Tarihi, I, 548.
(13) Bağdadî, Hâzin Tefsiri, III, 186.
(14) Ferruh İsmail Efendi, Tefsir-i Mevâkib, C. III, İstanbul 1321, sh. 50 (Tibyân tefsirinin kenarındadır).
(15) Akalın, Ş., İçel Kültürü, Tarsus Tarihine Ait Bir Risale, S. XI, Mayıs 1990, sh. 4.
(16) Şemseddin Sami, Kâmûs'ül-A'lâm, Tarsus mad.
(17) Adana Salnamesi, 1308 (M. 1890), 98; Tarsus Salnamesi, H. 1320, 190.
(18) Evliya Çelebi, Seyahatname, IX, 332. Burada da Sümer Hoca, Evliya Çelebi'nin Elbistanı, dolayısıyla Afşin'i görmediğini iddia etmiştir. Yani Evliya Çelebinin görmeden karar verdiğini söylemek istemektedir (Sümer, 32). Oysa Seyehatname'deki ifadeden de anlaşılacağı üzere Evliya çelebi Elbistanı ziyaret etmiştir.
(19) Katip Çelebi, Cihânnümâ, 603.

23 Ağustos 2012 Perşembe

KEHF SURESİ ELMALI MEALİ.........İKRA- SADELEŞTİRİLMİŞ ............

KEHF  SURESİ  ELMALI MEALİ.........İKRA- SADELEŞTİRİLMİŞ ............9-28 ayetleri


ASHAB-I – KEHF  İKRA- SADELEŞTİRİLMİŞ ELMALI MEALİ


Ashab-ı Kehf Mensuplarından bahsedilen ayetleri sadece buraya alıyoruz. Nedeni ise aşağıya alacağımız Tarsus'ta bulunan Ashab-ı Kehf Mağarası ile ilegili Resimler ile kısada olsa Resimlere bakarak Ayeti Kerimelerin düşünülmesi sağlamaktır.
Malum dünyanın muhtelif yerlerinde Ashab-ı Kehf ( mağara arkadaşları ) Mağarası olduğu yazılmaktadır. Hatta bazıları var ki ! Ashab-ı Kehf yaranlarının iddia edilen yerde olduğunu, burada kesin yaşadığını iddia etmektedirler. Oysa Allah (c.c) nun Kuran'ı Keriminde ve Efendimizin (s.a.v) in hadisi Şeriflerinde Yer olarak herhangi bir işaret yoktur. Bundan dolayı çok büyük yanlışlığa düşmektedirler. Biz ise öneceki Yazı çalışmalarımızda yer alan araştırmacıların tespitlerinde dedikleri gibi sadece Belgelerde Tarsus'u İşaret etmektedir denilmiştir. Tarsus'ta bulunan Mağara'nın Resimlerde görüldüğü gibi bir önceki Emekli İmam hatip alim hafız Abdurrezak Hocamızın Harita Mühendisleri ile Ayetlerin Işığında Kroki Çizimi yapılmıştır. 
Şimdi değerli okuyucularımızdan istirhamımız İsteyenler Tefsirden ( daha sonra buraya yerleştireceğiz ) İsteyenlerin Meal'den, Resimlere bakarak olayı düşünmelerini ve Tarsusta bulunan Mağaranın ne kadar Tefsir ve Meale göre uyduğunu görme mümkün olacaktır.
Şunuda ifade edelim ki  Kehf in anlamı Mağara demektir. Ashab-ı ise arkadaşlar demektir.Yani  Kehf ( Mağara, ) Ashab-ı ( Arkadaşlar ) Ashab-ı Kehf ( mağara arkadaşlar ) demektir. Büyüğüne Mara denirken Küçük olanlara ise GAR denilmektedir. Gar kelime anlamı ise ( OYUK ) denilmektedir. Dünyanın bazı yerlerinde olanların özellikle Maraş Afşinde Olanın ise Oyuk ( GAR ) olarak biliniyor.  Alimlerimizin Mağara nedir, Gar nedir diye sayısız eserlerde tarifi yapılmıştır. Daha fazla üzerinde durmadan Şimdi Elmalı Hamdi Yazır'ın sadeleştirilmiş Meali ile sizi başbaşa bırakıyorum... 

KEHF  SURESİ  ELMALI MEALİ.........İKRA- SADELEŞTİRİLMİŞ ............9-28 ayetleri

9 - Yoksa sen Ashab-ı Kehf'i ve Rakim'i (isimlerinin yazılı bulunduğu taş kitabeyi) şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?
10 - O gençler mağaraya sığınınca şöyle dediler: "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla."
11 - Bunun üzerine biz de kulaklarını tıkayarak mağarada onları yıllarca uyuttuk.
12 - Sonra da iki gruptan hangisinin, onların mağarada kaldıkları süreyi daha iyi hesapladığını anlamak için, onları tekrar uyandırdık.
13 - Biz sana onların kıssalarını gerçek olarak anlatacağız. Hakikaten onlar, Rablerine iman eden birkaç genç idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık.
14 - (Oranın hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilâh deyip tapmayız, yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.
15 - Şu bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilâh edindiler. Onların ilâh olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?
16 - (İçlerinden biri şöyle demişti:) "Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve işinizi rast getirip kolaylaştırsın."
17 - Ey Muhammed! Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.
18 - Bir de onları mağarada görseydin uyanık sanırdın. Halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları görseydin, arkana bakmadan kaçardın ve için korku ile dolardı.
19 - Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: "Ne kadar durup kaldınız?" (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. (Kimi de) şöyle dediler: "Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin."
20 - "Çünkü şehir halkı, sizi ellerine geçirirlerse muhakkak sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman siz dünyada da ahirette de asla kurtuluşa eremezsiniz."
21 - Böylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gününden şüphe edilemeyeceğini bildirmek için, öylece şehir halkına buldurduk. Onları mağarada bulanlar, aralarında durumlarını tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üstlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir." Sözlerinde üstün gelen müminler: "Üzerlerine muhakkak bir mescid yapacağız." dediler.
22 - Ashab-ı Kehf'in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları: Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. Diğer bazıları da "Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir " diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (kimileri de:) "Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: "Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir." Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye de bir şey sorma!
23 - Hiçbir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım deme"
24 - Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir." de.
25 - Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir.
26 - De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
27 - Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku! Onun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.
28 - Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma.


Alıntı: KEHF  SURESİ  ELMALI MEALİ.........İKRA- SADELEŞTİRİLMİŞ ............

TARSUS ASHAB-I KEHF MAĞARASI RESİMLERİ. -4- 21-08-2012

TARSUS ASHAB-I KEHF MAĞARASI RESİMLERİ. -4-    21-08-2012

Bu bölümde ise Elimizde olan son Resimleri paylaşalım. Bu paylaşımdan sonra ise Ashabı- Kehf ile ilgili Meal yayına koyacağız. Gerekirsede başka ilave paylaşımlar yapabiliriz. Bunu zaman gösterecektir İnşaallah....


                                         


                                        














TARSUS ASHAB-I KEHF MAĞARASI RESİMLERİ. -3- 21-08-2012

TARSUS ASHAB-I KEHF MAĞARASI RESİMLERİ. -3-    21-08-2012

Bundan önceki paylaşımlarımızda Mağara üstü olan yerlerden muhtelif Resimler görüldü. Bunda sonra ise Mağara Girişinden itibaren devam edecektir. Tarsus'ta bulunan Ashab-ı Kehf Mağarası Mağaranın tam ortasına gelen Üst tarafı yaklaşık 4 (metre ) çapında Resimde görüldüğü gibi daire biçimindedir. Zamanla mağara yukarıdaki açıklıkta olan kısmın aşağı bölümlerinde kenar yerlerde yıkılmalar olmuş olsada buna bir şekilde engel olunmuştur.
Fazla anlatma üzerinde durmadan Mağara'ya giriş olan bölümün Güney Batı tarafından Mağara ortasına kadar olan Resimleri paylaşalım..



































TARSUS ASHAB-I KEHF MAĞARASI RESİMLERİ. -2- 21-08-2012


TARSUS ASHAB-I KEHF MAĞARASI RESİMLERİ. -2-    21-08-2012

Aşağıda yer alan Resimlerin bir bölümü de önceki gibi Mağaranın üst bölümü ile ilgili resimlerdir. Burada ki amacımızın Resimlerle de olsa bazı gerçekleri anlamamız için paylaşıma koymaktayım. Ki gelmesi  yani ziyaret edebilmesi mümkün olamayacak olanlarımıza ve Araştırmacılarımıza yararı olur düşüncesindeyim.  
3 cü bölümde yer alacak resimler olacaktır...